Sunday, August 24, 2014

GAZETE OKUMAK

Günlerdir kafam dinç mi dinç.
Zaman buldukça, günün hangi saati olursa olsun yürüyüşe çıkıyorum. Kendini yavaş yavaş hissettiren favori mevsimim olan sonbaharı karşılamaya hazırlanıyorum...vs. Ve illa ki, Hükumeti destekleyen evrak-ı perişanı okumuyorum. Zihni selametimde bunun da payı var. Mesela lüzumsuz yere kızmıyorum böylelikle. Tanıdığım, tanıdığımı vehmeylediğim bir kaç eski dostun gerçek yüzünü görüp de kendi kendime kahırlanmamış oluyorum.
Herkese tavsiye edememem ama, gazete okumamak bana iyi geldi. Oku oku oku, hep manüpilasyon, hep algı yöneticiliği..
Halbuki okunacak daha faydalı eserler o kadar çok ki! Hele tabiat...Ne hacet, üç beş şirazesizin tezviratına kafa yorayım!

Sunday, August 17, 2014

KARDEŞ KISKANÇLIĞI


Kıskançlık ve hazımsızlık hastalığımız. Gerçekten de üstesinden gelinmesi zor bir kalbi maraz.
Halledilmesi kolay bir mesele olsaydı, Allahualem, şeytan böylesine acı ve feci bir akıbete maruz kalamayabilirdi. Demek ki, her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır fehvasınca, kıskançılığın da özünde böyle menfi bir tohum var!
Evet, ne yazık ki kıskançlık, daimi halet-i ruhiyemiz.
Sadece zaman kaybı değil, aynı zamanda ruhumuzu örseleyen, kendimize zarar veren,enerjimizi tüketen olumsuz bir duygu.Asıl yapmamız işlerden bizi alıkoyan...

İki kardeş düşünelim.
Biri her işi kendisinin yaptığını, her zorluğu kendisinin göğüslediğini düşünüyor.Elhak, yaptığı işin,hakkını da veriyor.
Diğer kardeşinin elini taşın altına sokmadan, hiç bir fedakarlık yapmadan mal menal biriktirme ve dünyalık peşinde olduğu inancında.  Kahrını ve cefasını ben çekiyorum, safasını başkası sürüyor diye dertleniyor.
Uzalıp kısalmayan sabit bir maaşım var ve hala kiradayım. Çoluk çocuğum devlet okullarında. Ben daha fazlasını hak ediyorum zehabında...

"Baksana kardeşime.." diyor "kısa zamanda nasıl da köşeyi döndü. İhale üstüne ihale alıyor. Daireler, arsalar... Giyip kuşandığı esvap hep marka! Altındaki araba, kolundaki saat. Hanımının çantası, eşarbı, hele hele o spor arabası, evdeki mobilyalar! Yazın tatilde kah Maldivlerde kah Didim'de. Biz ise iki yakamızı bir araya getirebilirsek, otobüsle memlekete gidebiliyoruz."
Ne kadar tahripkar duygular, düşünceler!

Şimdi, ne yazık ki, Türkiyede bu şekilde düşünen insanlar görüyorum.
İslam davasına gönül veren, gençliğini, hayatını buna adayan insanlar arasına nifak girdi, dünya sevgisi girdi. Kardeşler arasına suizan düştü.
Mücahit Bilicinin dediği gibi, İslamcılar davalarını gerçekten de ucuza sattılar. Bir kaç makam ve mansıba, milletvekilliğine, diplomatlığına...bir avuç ya da çanta-kutu paraya...


Velev ki şartlar yukarıda tasvir ettiğim gibi olsun...
Velev ki çalışan kardeş, hiç bir maddi ve şahsi öıkar düşünmeden..hatta kardeşinin son derece haksız kazanç elde ederek zenginleştiğini, ülkeyi facianın eşiğine sürüklediğini düşürsün..yani son derece hak-perest duygu ve düşüncelerle versin mücadelesini, ki ben öyle inanıyorum...yani hakperest kardeşin vazifesini yapmaya çalıştığını düşünüyorum...

Evet, fedakar ve cefakar kardeş, davasında sonuna kadar haklı bile olsa, fırsatçı diğer kardeş ise lafı gürültüye getirip cebini doldurma gayretinde..
BazIları na-hak yere köşeyi dönme zevkiyle mahmur. Köşeyi dönmekle kalmayıp diğer kardeşine hakaretler ve iftiralar savurma, küfürler yağdırsa işgüzarlığında..

Sen yine de kıskanma! Herkesin imtihanı ayrı. Maddi refah manevi doygunluğu, saadeti, iki dunya saadetidini, gönül huzurunu garanti etmez. Vicdan rahatlığını garanti etmez.
Varsın, kimileri üç kuruşluk dünya için, en olmadık işlere girişmekten geri kalmasın!
Varsın, kimileri daha dün işe gitmek için iki otobüs değiştirirken şimdi kapısında makam şöförü bekleyedursun.
Varsın daha düne kadar her fırsatta seni arayıp soranlar, bugün telefonlarına bile çıkmasın!
Varsın, kimileri  Devlet Okulu edebiyatı ve siyaseti yaparken çocuklarını pahalı özel okullara göndersinler, hatta yurtdışında okuturken, sen evlatlarını devlet okuluna göndermek zorunda kal. Yine de gönül koyma.
Yine de kıskanma!

Kendi evinde yediğin tarhana çorbası, haram sofralarında yenen en fiyakalı menülerden daha lezzetlidir, unutma!
Başkasının elindekine yerinme.Ama helal ama haram yoldan kazanmış, işgal ettiği makama ama hak ederek ama torpille gelmiş benim ne derdime! Herkes sonunda hesabını Allaha verecek. Sen kendi derdine düş.
Zamanını kısaknçıkla israf etme, hayatta bazen öne geçer bazen arkada kalırsın.

"İstemez misin  Ömer, dünya onların ahiret ise bizim olsun!"

SICAK PAZAR

Dün yağmur çamur...kapalı hava, olur mu böyle yaz demiştik. Kimle karşılaşsak yaza sitemler yağdırmış, ahh nerde o Türkiyedeki yaz gibi yazlar diye iç geçirmiştik. Al işte sana günlük güneşlik bir pazar sabahı. 30 derece.
Biraz bahçeye çıkınca, bu sefer de sıcaktan şekvaya başladık.
Böyledir insanoğlu, ondan şikayet bundan şikayet.
Hayat ise kendi sakinliğinde akıp geçiyor.
Günler de iyiden iyiye kısalmaya başladı.

Saturday, August 16, 2014

YAGMUR

Bu yaz, 2014, Kitchener, hep yagmur hep yagmur.
Hava kapali...
Gok agir.
Allahim vicdan genisligi ver bizlere. Insaf ve iz'an.
Kapali bir cumaretsi ogleden sonrasi. Istanbul'da 80lerin sonuna dogru.....bazen yazlar boyle oldugunda alip basimizi Istiklal'e gitmek iyi gelirdi.
Simdi vatandan cok uzaklarda, daraltilmis mekanlarda, mesela odamda...bir kahve ile ve ipil ipil yagan yagmuru seyretmekle mutesilliyim.
Kis cok cetindi,yaz da hep yagmur ve oldukca serin. Sonbahara Allah kerim.

Wednesday, August 13, 2014

YOLUN YARISI

Cahit Sitki'nin meshur siirine gore hesaplarsak yolun yarisini geceli uc bes sene oluyor. Ne dokunakli misaralar vardir bu siirde.
" Gittikce artiyor yalnizligimiz..." mesela. Ya da "dostlarla da yollar ayrildi bir bir"...
Allah dostlarimizla yollarimizi ayirmasin. Gonul dostlarimizla iki cihan saadetine vasil etsin bizi.

Ama bir gonul dostu bulabilmek zor. Hele ki gurbet ellerde.
Hemdem olabilecegimiz, yaninda huzur buldugumuz, yanlislarimiz yuzunden bizi kinamayan, sesiyle, sozuyle, yuzuyle icimizi acan, gonlumuzu serinleten, ruhumuza insirah salan bir ehl-i dil bulmak kolay degil. Rabbim bize buldursun..."Ehl-i dil birbirin bilmemek insaf degil" diyor ya Nef'i' Rabbim once bizi bir ehl-i dil eylesin..

Tuesday, August 12, 2014

BUNLAR MI AK PARTİ'NİN KANAAT ÖNDERLERİ!

Ak Parti içinde çok değerli siyasetçiler var.
Yine belli bir yere kadar  parti politikalarını destekleyen gazeteci ve akademisyenler var.
Körükörüne aklını, fikrini ve vicdanını parti kurmaylarının ve  acar propagandistlerinin cebine koymayan ehl-i vicdan, ehl-i insaf kişilerden söz ediyorum.
Tanıyorum kendilerini, çünkü kimisiyle yıllara yaslanan bir muarefemiz var; son olaylarla ilgili ne düşündüklerini biliyorum çünkü zaman zaman fikir teatisinde bulunuyoruz.
Makam ve mansıp ulufeleriyle başları dönmemiş, ihale culüsleriyle bakışları bulanmamış, müvazenesini yitirmemiş, mutedil, sağduyulu, makul, vatanperver, hayr ile şerri tefrik edebilen kişiler...
Vatandaşı ütülecek bir seçmen olarak değil, insan olarak görenler...
Yiğidi öldürüp hakkını verenler, aynı zamanda kralın çıplak olduğunun da farkında olanlar...

Siyaset yaptıkları partinin AKP olmasına bakmaksızın, Hizmet Hareketi'nin Türkiye'nin hem dünü hem bugünü hem de yarını için ne anlam ifade ettiğinin bilincindeler.
Bu arkadaşlar, hafif bir mahcubiyet içinde ve kısık bir volum ile Başbakan'ın Hizmet Hareketi ile olan amansız mücadelesini eleştiriyorlar.
Benim de onları eleştirdiğim husus, bunları çekinmeden ve uygun bir üslupla ve açıkça dile getirememeleri.
Ne yazık ki ülkemiz işte böyle bir memleket!  Ağır aksak bir demokrasi ve ketum bir şeffafiyet.
Siyaset anladığım bir meslek olmadığından, belki de ben bu politikacı arkadaşlarımın durumlarını tam çözemiyorum!
Yine de bunca gürültü ve hayhuya rağmen siyaset arenasında böylesi makul, itidalli ve temkin ehli insanların olduğunu bilmek moral verici.

Asıl beni endişelendiren ve aynı zamainda itiraf da etmeliyim ki üzen mesele şu:
Bu makul dediğim zevatın yerine, kendilerine rahatlıkla şarlatan diyebileceğimiz kişilerin seslerinin daha fazla çıkması...AKP politikalarının çapsız müfteriler ve kifayetsiz muhterislerce belirlenmesi ve seslendirilmesi... Bunca makul insana rağmen!
Tutanın elinde kalan ve hançeresi yırtılırcasına bağıranın daha fazla sahiplendiği bir parti haline gelen AKP'nin " gatekeeper"ları olmasından da endişe ettiğim eyyamcı bir güruhvar, günden güne zivanadan çıkan ve hiç bir insani ölçü tanımayan.
Asıl mide bulandıran mevzu.
Milletin kısm-ı ekserisinin, hem bir dönem önemli işler başardığından hem de alternatifsizlikten, oylarıyla arkasında durduğu bir siyasi hareketin bir kaç fanatiğin hezeyanlarına emanet edilmesi. "Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk" dediği tarihi tekerrürü hatırlatıyor.

Bu yaygaracı tayfanın sesi çok çıkıyor. Kaybedecekleri hiç bir şey yok. Gamları da yok, endişe ve çileleri de. Ne kadar pohpoh o kadar populerite, ne kadar goygoy o kadar şöhret. O kadar ikbal.
Kabul edilmeli ki bu şöhret-i kazibeyi maddi kazanca tahvil etmede ziyadesiyle mahirler.

Ülkeyi alabildiğine germek, siyaseti, ekonomiyi manupule etmek, ezan, bayrak gibi milli manevi değerleri istismar etmek asli işleri haline gelmiş. Milletin gözünün içine baka baka yalan söylemeleri...Bu kezzapçıların fabrike ettiği bu yalanları ve eracifi binbir zorlamayla tevil ve tefsir eden "yamacı"ların ortalığı istila etmesi...Tam bir eyyam-ı nahisat, kapkara bir zaman dilimi...

Üç beş paragraflık köşe yazılarına sığıştırabilmeyi becerdikleri ne iftiralar!
Sabah akşam çıktıkları TV ekranlarında zamanınıza kıyıp üç dakika dinleseniz ne menem bir tıynete sahip olduklarını anlayıverirsiniz. Hem sözlerinden hem yüzlerinden...
Çoğu kez şecaat arz ederken sirkatlerini ifşa ederler, konuştuklarında her türlü foyalarını meydana dökerler.
Suret-i haktan görünmeye çalıştıklarına bakmayın, şeytana  takkesini ters giydirecek kadar münafıklıkta ihtisas sahibidirler. Her gün birbirinden intihal yaparlar, çünkü bildikleri başka makam olmadığından, gece gündüz aynı teranelerle yıkama yağlama yaparlar. Koro halinde aynı kakafoniyi haykırırlar. "Entertainment" özellikleri de olduğundan bunlar postmodern zamanların ağzı zehir kusan meddahları olarak felaket üretirler, fecaaet tüketirler.

Gazetecilik maskesiyle fulltıme trollük yapan bu alavare dalavere esnafından, Twitter'da küfür etmeyi şiarı haline getirmiş "loser"lardan söz etmiyorum bile. Ciddi ciddi gazetelerde yazı yazıp sabah akşam TVlerde ahkam kesen zevattır dikkatlerinizi çekmeye çalıştığım. Şimdilerde hangi ekranı açsanız karşınıza çıkacak tipler...

AK Parti'yi temsil ettiğini vehmeden, ortalıkta o çalımla dolaşan bol miktarda mecnun var piyasada. Çala kalem sağa sola küfürler savuran, hakaretler yağdıran, ajitasyon ve manüpilasyonla doldurdukları her günkü köşelerini iftira, yalan ve dolanla dolduran bu ecinniler ordusunun takındıkları kibirlerine bakmayın, aslında zavallıdırlar, useful'durlar,  mevsimlik işçilerdir.

Kimisi yeni yetme, kimisi yılların kurdu, kimi hevesi kursağında amansız bir İslamcı, kimisi aklı cüzdanında kuralsız bir kapitalist olan her biri ayrı dünyaların tufeylileri olan bu zevatı bir araya getiren şeylerin ne olduğu ortada. Dünün siyasal İslamcıları oldu mu sana tatlı su devletçisi! Liberal olduğunu iddia edenlerden bazıları da mürai birer İslamcı. Bütün değerleri dejenere eden, hoyratça tüketen ama asla tek bir değer üretemeyen bu birlik ve dirlik düşmanı sorumsuzların ülkenin sıhhat ve selametine tamiri onulmaz zararlar verdikleri, toplumun kılcallarına fitne fesad ve düşmanlık virusleri enjekte ettikleri bariz...

Aklı başında hiç kimse bu duruma duyarsız kalamaz. Aklı başında hiç kimse işte bunlar da böyle bir model ve onlar da bu süreçte bir iş, bir vazife görüyorlar, hele bir müddet daha böyle gitsinler bakalım diye düşünemez.

Burada bu "attention whore"ların işimlerini yazacak değilim. Bir şöhret-i kazibe ateşine tutulmuş bu mecnunları herkes çok iyi biliyor. Sabah akşam savurdukları hezeyanlar da sadece Allah tarafından değil, çıktıkları TV ve yazdıkları gazetelerce de kayıt altına alınıyor.

Mesela makul bir AKPli siyasetçinin, ekranlarda ağzından salyalar akıtarak herzeler savuran bu zevatı dinlerken neler hissettiğini çok merak ediyorum. Bu çilesiz ve sorumsuz müzebzipleri...
Bilemiyorum yoksa cok mu naifim!

Mesela,gözü öylesine dönmüş olacak ki, danışman sıfatını da deruhte eden bir gazeteci, "Paralel olması muhtemel herkesin devlet memurluğundan atılmalı" sözü nasıl yorumlanır ya da unutulabilir!

Su akarken testisini doldurma telaşındaki bu tüccar zihniyetli, şark kurnazı eyyamcıların verdiği zarar büyük! El verir artık!

Ağızlarından Yeni Türkiye lakırdısını düşürmeyen ama zihinleri alabildiğine tekelci ve ziyadesiyle fersudeleşmiş, değerleri alt üst olmuş, kutsalını kaybetmiş bu kişilerin sesinin şimdilerde çok çıkmasına bakılmamalı. Dönem dönem hep böyle olmuştur. Sonra devir değişip şartlar farklılaşınca, hemen nedamet dilemişler, affı ve hoşgörüsü engin halkımız da bu türedi zevatı her şeye rağmen bağrına basmıştır. Ama bu zevatın ayatrmaları, iftiraları, kara propagandaları aylardan beri milletin gözünün önünde cereyan ettiğinden unutulması zor.


Az buçuk tarih okuyan herkes bilir ki bu eyyamcı zevat her dönemde olmuştur. Onları kah 31 Mart Vakası'nda Hareket Ordusu'na selam çakarken bulursunuz kah Cumhuriyet kurulunca Ankara'ya tabasbus ederek şarlatanlıklarıyla Mustafa Kemal'in meclisinde kendisine yer ararken... Kah Adnan Menderes'e "yürü sultanım top senin çevgan senin" derken, kah 27 Mayıs 1960 sürecinde gazete ve dergilerinde Milli Komite Birliğine medhiyeler düzerken...
İran Devrimi'ne avazı çıktığı kadar yahşiler çekenler de onlardır, eli kanlı gözü kanlı bir zalimin kıydığı binlerce masumun üzerinden ümmetçilik naraları atanlar da!
1980 arbesinde suspus olanlar da kendileridir, bir eli yağda bir eli balda 28 Şubat edebiyatı yapanlar da..

Başta da demiştim, bunlar AKP'nin sözcüleri olamaz. Olmamalı. Bunlar, 2000li yıllarda topyekün bir milletin umudu olmus bir siyasi hareketin fikir yapıcıları ve müdafiileri olamaz. Bu çapsızlık er geç ters teper.

AKP içindeki tanıdıklarıma, dostlarıma sesleniyorum:  Namuslular da en azından namussuzlar kadar cesur olmalı değil mi! Ortalık bu kadar mı başı boş.

Nerede "Hakkın hatırı alidir, hiç bir hatıra feda edilmemelidir. Evladın da olsa, eşin de olsa..hem-fikrin de olsa" diye haykırabilecek hakkaniyetli insanlar!

Duam, Allah cümlesine selamet versin; versin de daha makul, mutedil ve sadre şifa şeyler yazabilsinler, konuşabilsinler. Konuşabilsinler de yarın Hak divanını hatırdan dur etmesinler.
Ne diyordu Akif:

"Seni tahrik eden üç beş alığın ma'rifeti!
Ya neden beklemiyordun bu rezil akıbeti?"

Sunday, August 10, 2014

BU YAZ

Bu Kitchener-Waterllo'daki ilk yazim. Gecen sene hemen hemen butun yaz, Turkiye'deydim.
Ramazan'da Turkiye. Istanbul, Eyup, Ankara..dostlar...ailemiz..hepsi cok guzeldi.

Bu yaz bu yeni sehrimdeki ilk yazim. Cok serin geciyor. Ramazan hararetini hic hissetmedim. Yagmurlar yagdi. Serin ruzgarlar esti.
Klimayi hic calistirmadik. Pencereleri acik birakmadik, yatarken.
Ileride uzun uzun yazmayi dusundugum Kanada Yazlari icin ilginc bir paragraf bu yaz olacak. Hatirlamak icin de bu kadarlik kayit kafi.

Saturday, August 9, 2014

AL-GI

Profesyonel ekiplerce kotarılan algı üretimi ve yönetimi, psikolojik harekat ile sonuçlar alınıyor. Kalıcı olur mu, hayır. Gün gelir bir dane-i hakikat binlerce yalanı dolanı, iftirayı yakar gider.

Yanlış bilgilerle, manupulatif yorumlarla, zorlama tevilellerle çok iyi bir algı operasyonu yapılmakta. Hizmet Hareketi ise bu konularda çok amatör.  Hizmet kendi masumiyetini anlatamıyor,  savunamıyor. 

Türkiyede sosyal mühendislik, sosyal medya ile yapılmaya çalışılıyor.
Bu durum daha da fazla bu şekilde olacak. Etkili kalemlerin önemi daha da artacak.
Her bir fert, en etkili gazetecilerden daha da etkili hale gelebilecek...

Wednesday, August 6, 2014

KESRET-İ ETBA

Bediüzzaman'ın eserleri dil ve üslub açısından  daha kapsamlı incelenebilse keşke!  Risale-i Nur Külliyatı hakkındaki akademik araştırmalar, sadece İlahiyatçılara münhasır kalmasa. Gelin görün ki artık devlet himayesine mazhar olmuş Risaleler hakkında bilimsel  çalışmalar, Türkiye üniversitelerinde hala yeterli akademik ilgi görmüyor nedense!

Emsaline nispeten Risalelerin bir farklılığı var.  Okuyana tesir ediyor, muhabını değiştiriyor, dönüştürüyor. 
Satır satır, çağdaş müslüman birey bilincini örgüleyen, biçimlendiren bu eserlerin müessiriyetindeki etkenlerden biri de okuyunca hemen farkedilen, zamanla da muhatabını büyüleyen dilindeki  cazibe ve anlatımındaki içtenliktir. 

Müellifinin çileli hayatından damıtılan bu içtenlik, onun davasındaki sebatkar mücadelesi ve güçlü manevi şahsiyeti, eserlerin her kesimden insana tesir etmesinde etkili olmuştur. Bu anlamda Bediüzzaman ne üslubtan ne de muhtevadan taviz vermiştir eserlerinde. 

Bediüzzam'anın sıklıkla kullandığı orijinal bir konsepte  getireceğim sözü: Kesret-i etba. 

Kesret-i etba şu demek: bir davaya, inanca, dine tabi olanların sayısı, ortaya konulan başarının keyfiyeti, niceliksel durum.

Bediüzzaman bir davada sayının, rakamların asıl olmadığını, ancak destekleyici olabileceğinin üzerinde sıklıkla durur mektuplarında. O, kemmiyete  haddinden ziyade ehemmiyet vermez, bazan bir tek adamın irşadını, bin adamın irşadından ziyade rıza-yı ilâhîye medar ve mazhar görür. Talebelerinin, ders arkadaşlarının moral ve motivasyonlarını takviye etmeyi önemser, kaliteli insan, mümin müslüman yetişmesine öncelik verir.
   
Önemli olan keyfiyettir, kalitedir, muhtevadır. Nur talebeleri şu cümleyi çok sık söyler.

“Kemmiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok.”

Yine bu meyanda, Bediüzzaman şöyle der Lemalar'ında:

“Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır. Kesret-i etba ile ve fazla muvaffakiyetle değildir.”
İhlası, hayatının ve eserinin temeli yapmış birinden çok net bir ifade.

Bir başka yerde de şunu söylüyor:
"Hüner, kesret-i etba' ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlahîyi kazanmakladır."


Ne yazık ki, kimimiz için rakamlar, bina ve kurum sayıları, il ve ilçe teşkilatlarındaki üyelikler, mitinglere katılan kelle sayısı, kaldırılan araba sayısı...her şey değilse bile, kaliteyi  ikinci planda bırakacak kadar önem kazanabiliyor! 

Hele ki arkamızdan kalabalıklar yürümeyegörsün! Hele meydanlara her çıktığımızda Türkiye bizimle gurur duymayagörsün!

Kanada'nın başkenti Ottawa'da bir İslami Okul vardı. Lübnanlıların ve Cezayirlilerin işlettiği... Katıldığım idari toplantılarının birinde, okul yöneticilerinin kendilerine lüzumundan fazla güvendiklerini ve okul işinde  mutlak başarı hususunda onların fazlasıyla iddialı olduklarını gördüm. Mesela, şehirdeki bütün Müslüman çocuklarının er ya da geç mecburen kendi okullarının öğrencisi olacağını iddia etmelerini çok garipsemiştim. Nasıl bir eğitim sunacaklarının önemi yoktu! Rakipsizdiler, alternatifleri yoktu. Değil mi ki isimleri İslami Okuldu, öyleyse bütün müslümanlar ebeveynler çocuklarını bu okula göndermek zorundaydılar, aksi halde çocukları terbiyeden, dini bilgilerden mahrum yetişeceklerdi, aileler zinhar  bunu göze alamazlardı! 
Sonuç: Bir kaç yıl sonra da okul öğrenci azlığından dolayı ne yazık ki kapanmak zorunda kaldı. Aşırı güven duvarına tosladılar.


Kendimize dönrsek! Bazıları  yurtdışında yaşayan bütün Türkleri kendi partilerinin tabii seçmeni olarak görür. Oylar, kendileri gibi vatan millet sevdalılarına ve hatta dindar olanlarına gitmezse eğer, başka nereye gidebilir ki bu zevata göre! Şu kadar gurbetçi var, şu kadar oy gelir hesapları yapar dururlar.

Diğer 
yandan, açılan okul sayısı, kurum sayısı gibi şeyleri tadat ederek bunlarla övünenlere, hatta fahirlenerek şahsına pay çıkaranlara da evvel ahir bir türlü ısınamamışımdır. Madem yapan O, eden O, eyleyen O, bu yerli yersiz tadat niye! 
O'nun rızası, ihsan ve ikramı hiçbir zaman hatırdan dur edilmemeli.

Hizmet Hareketi şu anda Türkiyede sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Darbe dönemlerinde bile Hareket'in tarihçesinde böylesine çileli ve zor bir dönem olmadı! Devlet imkanlarıyla kendisine açılan amansız bir yıpratma ve yok edilme sürecinin içinden geçiyor Hareket.

Malumdur ki, müslümanlık çileye talip olmaktır, fedakarlığın elini sıkmaktır. Müslümanlıkta iki esenlik uzun süre yanyana gitmez. Bir eli yağda bir eli balda müslümanlık bu inancın doğasına, tarih ve mirasına ters. Tarih-i alem binlerce vakayla bu duruma şahit. Sürgünlerde, çarmıhlarda ve zindanlarda şahlanan nice kahramanlar yad eder tarih.

Çile nikmet gibi görünse de bir nimet olarak telakki edilir ve yeni doğumlara, dirilişlere vesile olur. Çileli günler, yıllar sonra "Hey Gidi Günler" tadında yad edilir. Saflar ile hamlar tefrik ve temyiz olunur, ehil hamlar da tasaffi eder. Ehli- nifak belli bir süre vazifesini yapar, ama sonuçta o da bertaraf olunur bu süreçte. Müzebzibler (zıp orada zıp burada olanlar) ve mürailer gemiyi terk eder. Mesela hiç tanıma imkanı bulamadığınız ve tahmin edemeyeceğiniz kimilerinin "bir eve peylendiğini görür ve onları daha iyi tanıma imkanı bulursunuz bu dönemlerde. Bu tanıma bir lütuftur, bir harekete güzergah emniyetini sağlama adına önemli bir kazanımdır.

Çile dava adamı yetiştirir. Hizmet Hareketi'nin her toplumsal hareket gibi, belli bir süre sonra "soul searching" deneyimi  idrak edecegi bu süreci yaşaması mukadderdi, şimdi de yaşanan o. Gayet normal bir süreç. Önemli olan böylesine bir süreçle nasıl başa çıkılacağı. Unutulmamalı ki, tarihe dur diyen hareketlerin tohumları böyle çileli dönmelerde atılır. Kuluçka dönemidir.

Tuhaf olan da birilerinin yaptıkları zorbalık ve zulümle Hareketi bitirebilecekleri zehabına iyiden iyiye kendilerini inandırmış olmaları. Başkalarını da inandırmak için gece gündüz mesai yapmaları! 

Hizmet, bir külliyatı, kütüphanesi, felsefesi ve kurumları olan Türk İslam coğrafyasından çıkan köklü bir hareket. Ağaç kovuğundan çıkmadı. Harekete maddi manevi katkılar sağlayan gönüllülerinin çok kez idealist bir yaklaşımla ifade ettikleri gibi, 40 yıllık değil, kimi zaman şahlanarak kimi zaman garip ve parya muamelerine maruz kalarak yola devamedenlerin Yitik Cenneti bulma ve insanlığın kanayan yaralarına merhem olabilme adına aşk ve samimiyetle gayret sarfettikleri bir inanç ve insanlık projesi.
Gücünü, enerji ve vizyonunu öncelikle bu topraklardan aldı. Zamanla dünyayı kucaklayan gerçekçi bir vizyon geliştirdi!

Bu yüzden, velev ki her şey yıkılıp tar u mal olsa, pay- i mal olsa... ruh ve mana köklerinden, aşk ve şevk sürgünlerinden tekrar be tekrar kendini var edebilecek bir hareket Hizmnt. 
Sadece 100 kişi kalsa bu Hareket beş on sene sonra tekrar şahlanır. Bunu görememek nasıl bir ideolojik körlüktür anlamak mümkün değil.
,
Süreçte bence Hizmet'in ders çıkaracağı en önemli husus, Bediüzzaman'ın musırrane üzerinde durduğu kesret-i etba hususudur.

Risale- i Nur Külliyatında bu meyanda Hizmet'in yüreğine su serpecek epey bir malzeme var.

Mesela şöylediyor pir-i mugan:
"Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlâstır.”

O zaman?

Monday, August 4, 2014

SALİH TUNA'YI KİM BU HALE GETİRDİ

Salih Tuna'yı hiç görmedim.  Bazen, yazılarını okumuşluğum da olan Şinasi beycimizi medyadan kimi  yarana sordum, kimdir kimlerdendir diye; tanıyan da var, adını bile duymamış olan da!

Bir arkadas, aylardır okumuyorum bile dedi. 

Biri " maalesef garip bir yola girdi" dedi dostane ve ekledi: " havuz suyundan en ziyade etkilenenlerden biri" dedi.
Diğeri "tetik" isim-soylu kelimesinden müstekreh bir sıfat türetti onun için, ki o ibareyi burada yazacak değilim!
Bir başkası "hiç planyadan geçmemiş" dedi. Ne demekse artık!
Bir diğeri de  " biraz içine Fatih T. kaçmış onun" deyiverdi gülerek...

Cevaplardan mütmain olmayınca bir yazarı en iyi tanımanın usül-i yeganesi onun eserine müracaat etmektir mısdakınca, yazdıklarını okudum. Gazete yazılarını...Bazılarınızın, hay okumaz olaydın dediğinizi duyar gibiyim!


İtiraf etmeliyim ki, dil ve üslubundaki salaşlıktan  ve kelime kadrosundaki diyk-i ahlaktan bir oturuşta ancak bir kısmını okuyabildim. Recaizade üstazımız öylesi zevata kapak mahiyetinde, Talimi-i Edebiyat'ında, "Üslub-ı beyan ayniyle insandır" demiş vakt-i zamanında.


Yazılardaki bu küfürlü ibareler ne kadar rahatsızlık verici derken Şinasi beycimizle oturup kalkmışlığı olan arkadaşın biri de "normal konuşmalarını dinlememeniz sizin için talih sayılır" buyurdu kelimesi kelimesine. Ezcümle, ne yalan söyleyeyim ki, Salih Bey, yazdıklarınızdan hareketle sizi biraz "değişik" buldum. Sizi tanımadığım için, belki de değişik değildir veya farklı bir değişiktir mülahazaları arasında gittim geldim.


Sizin istif'al babında istihza ve istihfaf yollu istimal ettiğiniz bu "değişik" olma keyfiyetini, ben bir olumsuzluk olarak ele almıyorum. Bunun da altını çizeyim. Değişik dediğim düpedüz değişik işte! Şu değ-mek gelimesinden türetilmiş bir kelime. İster sıfat olarak al kullan, ister isim olarak: Değişik!


Hak yememek gerek! İmdi hazret'e çarşaf çarşaf sahifeler ihdas edildiğine göre, gün aşırı prime time'larında TVlerin başköşesinde ağırlandığına göre, yazılarının ve der-meyan eylediği görüşlerinin hitap ettiği bir kitle olmalı!

Yazılarından söz etmişken, sınıfın arka sıralarında mukim ergenlerin dalaşma gayesiyle birbirlerine savurdukları o buruşturulmuş kağıt parçalarına yazılabilecek galiz ibarelerden rahatsız olmamak mümkün değil! Kullandığı münasebetsiz kelimelerinden, özür dileyerek, bir kaç vereyim: "kıç, dangalak, lan, ulan, yavşaklar, it, çüş, deve, şebek, talihsiz bedevi, zibidi, eşşoğlueşşek..." maattessüf, liste uzun. Evet muharririmiz, bu kelimelerle  tezyin ediyor her biri derin tefekkürün ve şumullü bir karihanın mahsulü olan makalelerini. Bu vadide söylenebilecek yegane söz: İlla edeb, illa edeb.


Sonra... "derin tefekkür mahsulü" dediysem, bıyık altından güldüğümü de anladınız sanırım. Azizler, binler hayfa ki, bu yazılarda bir dane-i hakikat  bulabilmek de zor. Varsa yoksa magazin, varsa yoksa o meşhur ifadesiyle "çakmak" işgüzarlıkları... Hani İngilizce kullanmanın malumat-füruşluk olmayacağını bilsem, bu keyfiyetsizliği en iyi "attention whore" kavramıyla izah ederdim.


Zira ki, olaylarla ve durumlarla meşgul olma yerine, şahıslarla, onların ayıp ve kusurlarıyla iştigal etmeyi meslek-i aslisi ittihaz eden Şinasi beycazımızın yazılarında mebzul miktarda tezyif ve tahkir var...
Ne ki tarzı bu, muharrir-i ber-güzidemizin. Ahmet Rasim üstadımız böylesi turfalar için " Muharrir bu ya!" der geçer idi.

Demek ki böyle olur imiş zahir, Yeni Türkiye'mizin Yeni Matbuatının son model muharriri. Nitekim kendisi de: "Ne o eski muharrirler ne de o eski hasbıhaller kaldı" lakırdısıyla muztar olduğu bu hakikati teslim ediyor. Ne diyelim yine kendisinin de ifade buyurdukları gibi "Nihayetinde bu bir karakter meselesidir"

Asıl bu yazıyı tuşlamama vesile olan olaydan söz edeyim daha fazla uzatmadan. Hazret, hapishanede zanlı olan bir kısım zevatı ziyaret etti diye Hakan Şükür'e "militan" muamelesi çekmiş, pardon çakmış! Kendi tabiriyle çüş dense seza olan bu yorumu okuyunca ben sakin ol be hey demokrasyadan behresiz demişim gayr-i ihtiyari! Cüppeli Hoca da başka bir bağlamda kullanmış mıydı bu "çüş" tabirini yakın zamanlarda! 

Hakan Şükür çüş dememiş, ama Twitter'dan şöyle bir cevap vermiş Şinasi beycazımıza:

"Salih Tuna biz doğruya doğru yanlışa yanlış deriz. Yanlışta ısrarı erdem saymaz, zulme de vagon olmayız." Bence laftan anlayana pekala münasip bir cevap!


Evet, demem o ki, Hazret'in işte bu yazısıydı benim sinirimi tahrik ederek bana bu cümleleri kurduran. Sonra ancak demokrasiden behresiz biri tarafindan kaleme alınacağına kani olduğum bu satırların yazarının hamulesinden sadır olan diğer yavelere de bakma ihtiyacı hissettim, başta da belirttiğim üzre. Okudukça kendimi de bir "değişik" hissettim. Ennihaye, bari bunca okudum, şu yazıyı da yazıp bu defteri kapatayım oldum. 

Vardığım sonuç: Değişik! 
Neden mi!Mesela, Şinasi beycazımızın, AKP yi Eleştirme Günüm başlıklı yazılarında bile iktidarı nasıl övmeyi başarabidildiğine hayretler ettim. Ama yine de bu yazdıklarından yola çıkarak "malum yapının militanı haline düşüren biri olarak" görmedim kendisini. Sadece bir nim tebessümle "değişikmiş" diyebildim!


Sonra o ergen tweetçilere mahsus bir ağızla  "o güneyde sevdikleri ülke" gibi müptezeliklerden medet umduğunu görünce, ve yine  "Mavi Marmara - otorite" geyiği müvacehesinde kurduğu çümlelere rastlayınca, mutabasbısı olduğu otoritesinin İsrail otoriteleriyle giriftar olduğu tamamen "duygusal" muaşakadan bihaber olduğunu gördüm...de işte buna gülemedim! 
Kendi laflarıyla: "Azizim rahat ol, gevşe; "itibarınız için arada bir de olsa film icabı eleştirin" iktidarı  be yahu dedim. En azından eleştiri namıyla yazmaya niyetlendiğin şeylerinde. 
Sonra, Fethullah Gulen ve Hizmet Hareketi ile oldukça sorunlu bir münasebeti olduğunu gördüm yazılarında. Güleni ve Hizmetini sevmek zorunda değil ama hazretin kafasının karışık olduğu aşikar! Şöyle demiş Gülen karşıtlarına laf yetiştirme hamaratlığıyla vakt-i zamanında: 
"Hem vatanından kopartıp Amerika’da yaşamaya duçar ediyorsunuz, hem de “dönmesine CIA karar verir” diyorsunuz!" Sanırsınız dört gözle Gülen'in Türkiye'ye avdetini intizar ediyor Şinasi beycazımız.
Dahası, bakın hazret daha dün denecek kadar kısa bir zaman önce tastamam şöyle buyurmuş:

"Bizim gönüller sultanı bir Hocaefendi’miz var; geçenlerde hastaneye kaldırıldı diye bütün devlet erkanımız, bütün işadamlarımız, sivil toplum örgütlerimiz, kanaat önderlerimiz, din adamlarımız, gazetecilerimiz, velhasıl, iktidar ve muhalefet çevreleriyle bütün bir ehl-i vatan ‘geçmiş olsun’ demek için adeta sıraya girdi, ama, Hocefendi’mizin yıllar yılı bir zıpkın gibi yüreğine saplanan ‘vatan hasreti’ devam ediyor" 
Fethullah Gülen kim mi? 
Şinasi beycazımız cevap sadedinde eyitti ki:

"Bütün bir ömrünü, kendi ifadeleriyle, ‘nam-ı celil-i Muhammedî dört bir yanda şehbal açsın’ diye harcayan (bir)Hocaefendi" Onu arayip sormak, hastalığından dolayı "geçmis olsun demek hem insani olarak çok güzel bir davranış, hem de bu ülkenin değerlerine sahip çıktığını göstermesi bakımından çok güzel bir gelişme" Bu ülkenin değeri.. 

Ahh daha üç beş ay öncesine kadar Fethullah Gülen derken yazılarında güller açan ve sonuna da özenle hırıltılı he'li bir Hocaefedi ibaresi yerleştiren Tunalı beylerbeyimiz ahh! Be-tekraren eyitmiş ki:

28 Şubat darbesi merhum Erbakan Hoca'dan Fethullah Gülen Hocaefendi'ye, rahmetli Zahid Kotku Hazretleri'nden Mahmut Hocaefendi'ye, Muhammed Raşid Erol'dan Hüseyin Hilmi Işık'a, Mehmet Akif'ten Necip Fazıl'a kadar bütün aydınların, hocaların, alimlerin temsil ettiği mana iklimine karşı yapılmıştır." Peki ya şimdiki zulüm!


Bu minvalde daha bir sürü laf! Toplasan, zamanında Ahmet Taşgetirenlerin, Gülercelerin, Koruların yazdığı gibi kitap çapında bir eser çıkar ortaya! 
Hatanızı yüzünüze vurmak meraklısı olaydım böyle daha ne incilerini dizerdim, velakin bu kadar mesaiyi bile abesle iştigal görüyorum hadd-i zatında!
Daha fazla mide istikrahına sebebiyet vermemek için de bir kaç sene önceki yazılarında Gülen hakkında ne fahriyeler düzdüğüne  merak edip bakmıyorum bile!
Sonra.
Daha düne kadar tek kelimeyle savunmadığın Nedim Şener, Hanefi Avcı, Kuddusi Okkır gibi isimlerin bugün yılmaz birer müdafii haline nasıl geldiğin! Kendine müslüman olanların kendine demokrat olup da hak hukuk yaveleri, demokrasi teraneleri kesmeleri yok mu! 
Ben, kısa sürede vücud bulan bu değişikliği anlayamıyorum! Mesela şunu:
 “Türkiye’den çıkan en ciddi küresel aktör de cemaat. Bir cemaat mensubu Güney Kore’de karşımıza TV yıldızı, Japonya’da futbolcu, Afrika’da madenci, Amerikan Kongresi’nde lobici olarak çıkabilir. Hatta cemaat mensupları içinde Türkiyelilerin oranı her yıl düşüyor, cemaat melezleşmeye başlıyor. O yüzden Gülen’e ‘dön’ demek Muhtar Kent’e gel babanın marketinin başına dön demek gibi bir şey..” 

Yahut şunu:

"Hocaefendi'nin nasihatları, ikazları bizim her daim başımızın üstündedir, siz kimsiniz; Hocaefendi'yi vatan toprağına hasret yadellerde yaşamaya mahkum eden siz değil misiniz?"
Bu da oldukça değişik bir değişiklik özelligi!

Ezcümle,  hazret'in yazdıklarını bitemamiha okumaya gerek kalmadan sadece üj bej yazısına yüzeysel bir bakışla bile oldukça "değişik" olduğu anlaşıldı!
Hayır hayır değişim harika bir şeydir. Değişip gelişen insan iyidir. Yazar değişir, değiştirir, değişimin öncülüğünü yapar.
Velakin Şinasicim... Lafı fazla sündürmeden, "düzünü edelim":
Müstehzi bir edayla tefrikaya yetiştirdiğiniz ve militan yaftasını astığınız Hakan Sükürün yaptığı Batılı demokrasilerin hepsinde son derece normal ve insani bir davranıştır. Hapishane ziyaretini yaptı diye "militan" diye tesmiye ettiğiniz o zat, size  ve şürekanıza gayet basit bir sual tevcih etmekten maada bir şey yapmıyor. Şunu soruyor:
"Yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklama var mı yok mu? "
Cevabınızı da duygusallağa kaçmadan ve hele ki adeta yazılarınızın mütemmim cüzü haline getirdiğiniz "argo" oyunlarına hiç tevessül etmeden veriniz.

Evet, "Zırtopoz" başlığınızı vereceğinizi tahmin ettiğim yazınızı bekliyoruz.


Saygılarla..

Sunday, August 3, 2014

büyük adamlara neden düşmanız!

Ruhunu ve dimağını ve dahi gönlünü Bu Ülke'nin havasıyla suyuyla besleyip pişirmiş "müstesna"lara karşı vefasızlığımız yeni bir şey değil.
Tefekkür dünyamıza yön veren, hem sağdan hem soldan o kadar çok insanı mağdur etmişiz, vatan haini vs. diye damgalamışız ki, neredeyse istisnası yok! Öyle ya bu topraklarda büyük adam kolay yetişiyor ne de olsa!

Dünyaları kendisine dar ettiğimiz o kadar çok değerimiz var ki! Hangi birini sayalım. Velhasıl, adam harcamamız yeni bir şey değildir.

Siz Bediüzzaman derseniz, bir başkası Nazım der, Sabahattin Ali der. Mesela, bugün artık ortak bir değerimiz haline gelen Mehmet Akif... Vaktinde dünyasını dar ettiğimiz  Akif, kendisini Mısır'a zor attığında, canı ve cananı kadar sevdiği vatanını terk etmek zorunda kaldığında, arkasından kim ah vah etti, kim ülkeyi ayağa kaldırdı! Zamanın matbuatına bakmak lazım!  Derin bir ölüm sessizliği. Vefat edince, cenazesini kaldıran iç beş üniversiteli genci anlata anlata bitiremeyiz. Ülkenin onurunu kurtaran üç beş gençtir nitekim onlar bir bakıma, ama sadece o kadar işte! Çoğumuz kulaklarının üstüne yatmayı tercih etti, eğer arkasından hain Akif diye nameler kesenler ise tarihe havale!...

Sağ olsun sol olsun. Sağdan olsun soldan olsun, neredeyse düşünen ve çile sahibi bütün mütefekkirler, yine sağ olsun sol olsun siyasal iktidarların ucuz politik hesapları ve populist yaklaşımlarıyla heba edildi, ezildi, sömürüldü. Ne diyelim vatan sağ olsun.

Nasıl olsa 15-20 sene sonra bir başka iktidar gelir bir zamanların mağdur mütefekkirlerine iade-i itibar yapar; yapar yapmasına amma, bu sefer kendisi yeni yeni mağduriyetler yaratır. Saf düşünceyi, etrafına toplanan mutantan propagandistleri tarafından ademe mahkum eder. Bir kısır döngü olarak bu durum sürer gider. Bu zalim döngü ve düşünceye layık-ı veçhiyle hakk-ı hayat tanımama bu toprakların kaderi olmamalı!
Bari ders alaydık!