Tuesday, June 30, 2015

TWİTTER VE HİZMET HAREKETİ

Şu mahut süreçten epey önce, “Twitter Bağımlılığı” başlıklı küçük bir yazı kaleme almıştım; meğer bu Twitter'dan ne kadar mustarip insan varmış! Bu yazı vesilesiyle çok sayıda email aldığımı hatırlıyorum.

O gün bu gündür, sosyal medyanın önemi arttıkça  arttı. 
Özellikle de AKP ile Hizmet Hareketi arasında yaşanan şu gergin süreçte…
Twitter meydan muharebeleri yaşandı. Taraflar bu mecrada hesaplaştı. Twitter'da yazılan orda kalmadı, mahkemeler önünde hesap verenler, hatta tutuklananlar, yüklü tazminatlar ödemek zorunda kalanlar oldu. Twitter yasası çıktı. Önceleri Twitter'a mesafeli duranlar zamanla hesaplar açtı.

Digital aktivizm Batı’da önemi hızla artan bir fenomen. Hayatımızın her sahasındaki etkisi ve belirleyiciliği gelecekte daha da ağırlık kazanacak. Bir kişi ya da grub, yılların “established” medya kurumlarını sosyal medyadaki stratejik veya agresif metodlarla tehdit eder hale geliyor, “tanrı-yazarların” pabucunu, bir lise öğrencisi “hilarious” yorumlarıyla dama atabiliyor...

Günümüzün türbülantı bol siyasal ortamında, gelişmeleri televizyon ve gazete ile takip etmekle yetindiğinizde  gündemin arkasına düşüyorsunuz; tabiatiyle “en son haber”i yakalamanız mümkün olmuyor. Sosyal medya, özellikle de Facebook, Twitter, YouTube ve bloglar… insanları en son gelişmelerden haberdar ederken, aynı zamanda birbirine yakınlaştırıyor, irtibatlı hale getiriyor. Yeni birliktelikler ve yeni alanlar, fırsatlar yaratıyor. Aradaki mesafeye rağmen, binlerce, milyonlarca kişi, belli algı, proje ve ideolojiler etrafında “yeni toplumlar” inşa ediyor. Bu birliktelikler, sosyal ve siyasal gelişmeler hakkında geleneksel medyaya nispeten, daha otantik ve original perspektifler, zengin muhtevalar sunabiliyor takipçilerine…Artık kimse, vasat olana tahammül etmek, ortalama ile yetinmek zorunda değil. Twitter, post-modernitenin ruhuna çok uygun.

Bu anlamda, sosyal medyanın sosyal aktivizmi "vatandaş gazeteci" konseptiyle daha farklı bir alana kaydırdığını gözlemleyebiliyoruz. Bu hashtag aktivizminde siyasetciler ile halk arasındaki geleneksel münasebet biçimleri tarihe mal olmuş durumda. Bir mağdur vatandaş bir siber platform kurarak buradan gök kubbeyi inletebilir… 40 yıllık siyasetçiye sadece ayar vermekle kalmaz, onun siyasi hayatına da mal olabilir.. Kişi taleplerini, endişelerini kapı kapı dolaşma yerine bu platformda dile getirip istediğini alabilir. Ez-cümle sosyal medyanın nimetleri tadat etmekle bitmez.

Peki Hizmet Hareketi Twitter’da ne alemde?

Hizmet, Türkiye’de sayısız yeniliğin öncüsü… Sosyal medyanın sosyal hareketlerde nasıl kullanılacağını konusunda da epey mesafe kat etti, yol açtı. Süreçte profesyonellerle çalıştı. Kendisine karşı, sosyal medyada devlet gücüyle ve en hoyratça mücadele edenlere pabuç bırakmadı. Twitter’da her akşam konular belirleyerek gündemi saptadı; sosyal hashtag aktivizmi konusunda trendleri tayin etti. AKP, Hizmet’in bu konuda da arkasından gelmek zorunda kaldı. 

Hizmet Hareketi’nin Twitter’daki etkinliklerini düzenleyen, koordine ve organize eden ana hesaplar yanında, çok sayıda diğer şahsi ve kurumsal hesaplar, Türkiye ve Dünya gündemindeki trendleri belirledi. Dünyanın dikkatini Türkiye'de yaşanan insan hakları ve basın özgürlüğü konularına çekmeyi başardı. Bunu Ingilizceyle yaptı, Fransızcayla, Almancayla, Arapçayla yaptı. Hizmet, güncelle ve siyasal gelişmelerle bağlantılı olarak, farklı hesaplarla, farklı konulara değinerek daha stratejik bir davranış biçimi geliştirdi, sergiledi.

Üslup konusunda, istisnalar haricinde, Hizmet Hareketi önde durdu. AKP yanlısı görünen troll hesaplarında hakaret ve küfrün bini bir paraydı.

Fuat Avni bir fenomen haline geldi. Yazacakları halen merakla bekleniyor, operasyonları önceden ihbar etmeye, gündemi belirlemeye devam ediyor. Zamanla çok sayıda türevleri zuhur etti. Bilgi kirliliği arttıkça arttı. Bu nick-name ile ilgili spekülasyonlar, tam da bizim gibi kahramanlara ve mehdi vs. beklentisi içindeki bir toplumun fantastik ihtiyaçlarını karşılayacak kıvamda!  Edebiyatta müstear isimlere daha sempatik bakmama rağmen, sosyal medyada nick-name ile icra-yi faaliyette bulunanlara karşı mesafeliyim…Ol sebeple, Fuat Avni ve benzerleri ilgi alanımın dışında kalmaya devam ediyor.

Hizmet Hareketi’nin resmi hesaplari dil, üslup ve muhteva bakımından makul. Sosyal ve kurumsal sorumlulukla hareket ediliyor. Yapılan saldırılara karşı ya savunma modundalar, ya da yapılagelen hizmetler ve etkinlikler kamuoyuyla paylaşılıyor. AKP zihniyeti Twitter’in, sosyal medyanın olmadığı bir dönemde, mesela 28 Şubat mevsiminde, Hizmet Hareketi’ne bu gadri reva görmüş olsaydı nasıl bir netice hasıl olurdu acaba!

Burada kısaca, önce Twitter’in Hizmet Hareketi’ne verdiği zararları, hemen arkasından da sağladığı faydaları paylaşmak istiyorum.

Zararlar:

Hizmet Hareketi adına ortada görünen bazı kimseler Hareket’e çok zarar verdi. Bilerek veya bilmeyerek…Bu kişilerce, Hizmet’in en temel değerlerinin bile yanlış temsil edilmesi (misrepresentation) düşmana malzeme ve fırsat verirken, dostu üzdü. Sırf bireysel popülizm adına umumun hakkına girildiği, giriliyor olabileceği kimilerince bir türlü görülemedi. Bu zevat, Hizmet ile ilgili mevzularda keyfemayeşa bir tavır ve tutum içine girdi.

Önceleri bu üslubu ayarlayamamanın zararlarının farkına sonradan, ilk olayların travmatik etkileri geçince, daha çok varıldı. Bu zaman zarfında, Hizmet Hareketi’ne bu mecrada düşünce, yorum, ilham ve tepkileriyle daha fazla katkı sunabilme potensiyeli olan pek çok kimse sosyal medyaya erken veda etti. Diğer yandan Hizmet adına ortaya çıkıp sağa sola reaksiyonerce ve kimi zaman da çiğce cevap yetiştiren kimseleri “Hizmet’e zarar veriyorsun” diyenlere “üslupçu” gibi biraz da tahkir ve tezyif edici bir sıfatı layık görerek, kendi üsluplarıyla devam etme yolunu seçtiler. Halbuki, bu süreçte Hizmet Hareketi’nin en son ihtiyacı olan şey, bu ucuz kahramanlardı. Ama ortada post-modern çağın susturulamaz realiteleri de vardı! İş bir noktadan sonar, “Bırakınız yazsınlar, bırakınız çizsinler” rolantiyesine girdi. Ben, bu durumu; kişisel anlamda aslında özgürleştirici bulmama ragmen, külli manada, bazı şahısların hem ısrarla Hizmet’ten görünüp, hem de Hizmet’in en temel üslup tarzı ile bağdaşmayan tavırlarından dolayı zarar hanesinin başına kaydediyorum.

Sürecin ilk zamanlarında, sıcak ve ümit-bahş malumata ihtiyaç hisseden geniş dairdeki cemaat kesimleri, kendilerine adeta gaipten haberler getiren bu isimlere sarıldı. İşin burası, nice hayal kırıklıklarının vuku bulduğu, önemli bir yerdir. Bazen, bir davaya en büyük zararı, onu savunuyor gibi görünenler, hatta ısrarla savunduğunu ileri sürenler verir.
Bilgi kirliliği ve akla zarar komplo teorileriyle, zaman zaman geniş kitleler manüpile edildi.
Twitter’in en büyük zaralarlarından birinin, ilk yazımın da ana konusu olan “ zaman kaybı” olduğunu bilvesile tekrarlayacağım. 
Ve en sonuncusu da, ailevi meseleler. Eşlerin sosyal medyaya fazlaca dalması, orada kurdukları yeni arkadaşlıklar, ilişkiler, birliktelikler… kimi ailelerde ciddi sorunlar teşkil edebilecek boyutlara geldi.

Peki faydalari neler?

Meslekten ihraç edilen emniyet ve yargı mensupları için seslerini duyurabilecekleri bir platform oldu.
Hizmet Hareketi’in fertlerinin, cemaatteki kollektif kimlikten başka bir de bireysel kimliklerinin olduğunu, olabileceğini (differentiation) gösterdi. Hayatın akışı içinde ben’in (self)  grup psikolojisinin önüne geçebileceği, ve bunun da son derece normal bir şey olduğu görüldü. Twitter, Hizmet Hareketi’ne gönül veren kimselere, cemaatin, şahs-ı manevinin, şirket-i amal-i uhreviyenin yanında “birey” olduklarını da hatırlattı. Bir birey olarak, “sen” ne düşünüyorsun? Düşündüklerini “ne kadar” ifade edebiliyorsun? Bu sürecte Hareket’ten pek çok kimse, haksızlıklara karşı kendi kariyerini riske atarak sesini yükseltme yolunu tercih etti. Hala tedbir veya farklı saiklerle sesi çıkmayan ya da daha düşük volumde çıkan, nick-name kullanan….kimseler çoğunlukta. Aslında onlar da “gölge”lerinden çıksalar iyi olur!

Hizmet Hareketi içinde, bir talep veya temenni, varsa bir haksızlık veya mağduriyet, yer, kurum ve hatta kişi ismi belirtilerek bu olumsuzluk daha kolay dile getirilebilir hale geldi. Ulaşılamaz gibi olan kimselere daha kolay ulaşılır oldu. Twitter’in en büyük faydalarından biri Hizmet’in daha da şeffaflaşmasına vesile oldu.
Hizmet Harketi’nin aslında tek bir ses olmadığı, bünyesinde birbirinden farklı seslerin, yorumların, telakkilerin olduğu görüldü. Bu durumun Hizmet tarafından muazzam bir zenginlik olarak anlaşılıp anlaşılamadığı hususundan henüz tam emin olmadığımı da söylemeliyim. Hizmet Hareketi içinde yetişmiş daha öne çıkan kimseler, birbirleriyle çeliştikleri hususlarda herkesin gözü önünde fikri tartışmalara girmekten çekinmedi. AKP gibi siyasi bir hareketin bile muztar kalmaktan ödünün patladığı bu ikircikli durum, dini mahreçli bir sosyal hareket olan Hizmette suhuletle hazmedildi, ve ben, acizane, bu tür açık konuşmaların Hizmet için ziyadesiyle yararlı olduğunu düşünüyorum. Çoğu kişinin bu süreçte Hizmetin yanında durmasının sebeplerinden biri masumiyet karinesi ise bir diğeri de Hizmetin saklayacak gizlisinin saklısının olmadığınına inançlarıdır. Bu bakımdan medenice her konuyu, kurumsal mahremiyet mahfuz kalmak kaydıyle, tartışmakta hiç bir beis ve çekince olmamalıdır.

Süreçte, Twitter  çok sayıda “artificial” aydın ve “public intellectual”in arz-ı endam etmesine vesile oldu.

Hizmet kurumlarının temsilcileri, Hareket’in genel söylemini besleyen yan söylemler gelistirerek, bunu farklı renk ve tonlarda dile getirdiler, bu arada kendi liderlik kapasitelerini de sergileme imkanları buldular. (Kimse Yok Mu, İstanbul Vakfı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı..)

Twiter, Hizmet Hareketi’nin dünya genelinde belli mahfillerde hem isminin duyulmasına (name-recognition), meşgul olduğu meseleleri daha geniş ve farklı kesimlere duyurmasına, dolayısıyla daha da global hale gelmesine, bilinirliğinin ve tanınırlığının artmasına vesile oldu. Dünyanın farklı coğrafyalarında hizmet eden gönüllülerinin de birbiriyle tanışması, yakınlaşması için vasıta oldu. Bu vesile ve vasıtalarla da  biçimlenen yeni münasebet keyfiyetleriyle Hareketin  ana umdeleri, yerleşik değerleri, yeniden müzakere edildi, tanımlandı, ve bilahere yeni değerlerin üretilmesine vesile oldu.

Twitter, Hizmet Hareketi’ni, Türkiye toplumunun çok farklı kesimleriyle de irtibata geçirdi, yakınlaştırdı. Hizmet, kendini bu kesimlere daha iyi anlatma imkanı buldu.

Sosyal medya, Hizmet Hareketi’nin kendini daha iyi görebileceği bir meydan aynası işlevi de gördü.
Hizmetin en zor zamanlarda, bıçağın kemiğe dayandığı anlarda bile, sabırla ve temkinle davranan, espri üretebilen bir sosyal hareket olduğu ortaya çıktı, Hareketin “kollektif duygusal zekası” bilvesile tebeyyün etmiş oldu.

Hizmet içinde, nesiller arası ve cinsiyetler arası sağlıklı bir iletişimin de sağlanmış oldu. Önceki kuşaklar ile yeni nesil arasında bir köprü kurdu Twitter... Bayanlar, sosyal ve siyasal konulardaki farkındalıklarını arttırdı, seslerini daha net ve gür duyurabildi.

Ez-cümle, Twitter bireysel hayatımızı da toplumsal hayatımızı da derinden etkilemeye devam ediyor. "Beyanda sihir vardır." hadisinin tecelli ettiği bir mecradır Twitter. Her şeyde olduğu gibi avantajları yanında dezavantajlar da ihtiva ediyor. Denge ve bilinç şart. Kimi yan etkilerine rağmen, ben şimdilik buralardayım.

Sunday, June 28, 2015

HİZMET HAREKETİ’NİN ENTELEKTÜEL KAPASİTESİ - 1



Hizmet Hareketinin entelektüel potansiyelini irdelemeye çalışacağım bu ilk yazı, düşündüğümden de uzun oldu. Yazının ilk bölümü, aydın kesimin bir hareket için, bir dava için önemini çok genel değerlendirecek. İkinci kısım, Hizmet Hareketi’nin 17-25 Aralık sürecinde haklı davasını daha geniş kesimlere anlatamadığı gibi bir varsayımın altını bir kez daha çizecek. Son bölüm ise, Hizmet Hareketi’nin entelektüel yetiştirmedeki kimi sorunlarına değinecek.

Hizmet Hareketi içindeki yazar -çizer kesimiyle ilgili, Hareket'in entellektüel yapısı, müktesebatı ve kapasitesi hakkında biraz sarf-ı kelam etmek niyetindeyim. Hizmet Hareketi içinde yeterli sayı ve kualifikasyonda entel yetişip yetişmediğini irdelemeye çalışmak gibi külfetli hatta biraz da netameli bir mevzunun sadece kapısını aralamış olacağım...

Bir hareketin kanaat önderleri, sadece o hareketin lider ve yönetici kesimi midir!Hayır! Bir hareketin temel felsefesini kendisine dava edinmis yazar-çizerler, entelektüeller ve mütefekkirler de o davanın yönünü ve istikametini tayin etme; o sosyal veya dini hareketin muhtevasını zenginleştirme ve biçimlendirme hususunda, eğer daha fazla degilse, yöneticiler kadar, müessir olabilirler.

Yazar, sadece hareketin mesajının daha geniş kitlelere ulaştırılmasına vesile olmakla kalmaz, o mesajı tekrar biçimlendirir, farklı kesimler için daha anlaşılır kılar; hareketin büyük 'anlatısı'nı tekrar be tekrar kurgular. Yazar, mesajın daha iyi anlaşılmasını sağlamakla birlikte, benimsenmesinde de hayati rol oynar. 

Kalem ehli, bu işi, sanatın çeşitli formlarıyla; dilin en müessir ve
kıvrak imkanlarıyla, edebiyatın farklı yazı türleriyle yapar.  Hikaye ile, roman ile, senaryo ile, köşe yazısı ile, şiir ile...bir davayı bayraklaştırır, mesajı yeniden kurar kurgular;  acıyı, çileyi, sevinci, tecrübeyi… ölümsüzleştirir; bir değer üretir, çağının sesi ve şahidi olurken hareketin dününü yarına, sonraki nesillere aktarır, hareketin geleceğini tayin eder.

Mesela, Çanakkale Savaşlarını en iyi anlatan Mehmet Akif’tir;  adeta bu zaferi sevk ve idare eden bir başkomutan gibi tarihimize adını yazdırmıştır.
Çanakkale denince akla o gelir; bir millet Çanakkale'yi onun dasitani mısralarıyla tekrar be tekrar hisseder, yaşar;  sözkonusu tarihi vakayı yeniden yorumlar ve kaleme aldığı o şaheser metinle Çanakkale yeniden sayısız kereler yorumlanır.

Soru şu: Bugün itibarıyle handiyse yarım asrı devirmiş, dünya çapındaki bir Hareket’ten çok daha fazla sayıda bağımsız ayd
ın ve entelektüel çıkamaz mıydı? Çıktı mı?

İdeal bir entelektüeli  hazırlayan şartlar neler olabilir? Veya böyle bir entelektüelin Hizmet Hareketi içinde yetişmesini engelleyen sebepler var mıdır? Nelerdir?

Buarada, uzunca bir entelektüel tanımına hacet yok ancak hiç çekinmeden söylenebilir ki, sadece tek bir kaynaktan beslenerek entelektüel olunmaz. Üstelik sadece kitaplardan beslenen, diyalektiğini, ideolocya'sını teoilerle örgüleyen, hayat tecrübesi olmayan, sokaktan bihaber kişiler er ya da geç sos verir. Immanuel Kant’ın dediği gibi, teorisiz deneyim körlüktür, ama deneyimsiz teori de bir entelin oynadığı çelik çomak oyunu gibidir. Entelektüel ne bir gevezedir ne de zor zamanda susan bir korkak!... Bir ideali, davası, sosyal meselelerde bir duruşu vardır.

Entelektüel, genel anlamda bir Türkiye, bir Doğu sorunudur. Muhafazakar kesim ne zaman yeni bir dergi yayınlasa, Cemil Meriç’in dergi hür tefekkürün kalesidir sözünü serlevha yapar, gel gör ki çıkardıkları dergiler gerçekten de ne kadar hür tefekkürün kalesidir tartışılır. Aynı şekilde, Necip Fazıl’ın özyurdunda garipsin öz vatanında parya sözünü dillerine pelesenk edenler, iktidarı ve gücü elde ettiklerinde, paryalaştırmadıklar, hakkını sömürmedikleri kesim kalmaz. İlkin de hür tefekküre kelepçe takılır. Eleştirinin, serbest düşüncenin bütün menfezleri davanın menfeat ve selameti adına sıkı sıkıya kapanır.
Hür tefekkür, hür ve serbest ortamlarda zuhur eder.
Entelektüel, müelliftir, tahlil yapar, terkip yapar; derleyici degildir. Bozar, tekrar inşa eder.
Kaleminin efendisidir, kalem efendisi değil. Düşünce namusu önceliğidir.


Bizde entelektüel, genel itibariyle üniversitede ve basında konuşlanmıştır. Maişetini oralardan tedarik eder. Hizmet'in de onlarca üniversitesi, düşünce kuruluşu ve azımsanmayacak nicelikte de yayını var. Buralarda birbirinden değerli isim var; düşünen, yazan, okuyan...Ne var ki, bu isimlerin büyük bir kısmı gerçek potansyellerini açığa çıkaramamakta, kendi özgün seslerini bulamamakta, kendi öykülerini kurgulayamamakta…Bir nevi memur hayatı içinde imrar-ı hayat etmektedirler.




Burada öncelikle Fethullah Gülen’in aydın ve entelektüel tanımını, tartışmaya gerekli bir teorik  altyapı olması bakımından ele almak gerekir, ama bu, elbette bu yazıyı aşar. İkinci olarak da Hareket’in içinde bulunan aydınlara kendilerini Hareket içinde nasıl gördüklerini, Hareketçe nasıl görüldüklerini, kendilerini nasıl yetiştirdiklerini…sorgulamak gerekir-di bu tartışmayı daha sağlam bir zemine oturtabilmek için. Belki bir başka fasılda...

17-25 Aralık öncesi ve sonrasında vuku bulun olaylar zinciri bağlamında ilk tepkim, Hizmet’in haklı olduğu davasında, yavaş yavaş haksız durumlara düştüğü, geniş halk kitlelerince haksız olarak algılanabileceği bir mecraya doğru sürüklendiği; bunun da sebeplerinden birirnin Hizmet Hareketi’nin bu süreçte temel mesajını iyi kurgulayamadığı ve ajandasını Türkiye gerçeklerine muvafık ve mutabık bir biçimde kurup işleyemediği düşüncesindey-dim! Evet, 17-25 Aralık sürecinin ilk aylarındaki baskın düşüncemin bu yönde olduğunu belirtmeliyim. Hizmet Hareketi medyasının daha genis halk kitlelerin kolayca anlayabileceği ve benimseyebileceği bir mesaj, bir anlatı kurgulayamadıkları yönündeki düşünelerin zihnimi cidden meşgul ettiğini hatırlıyorum o günlerde.


Hizmet’in  hak ve hukuk bağlamında biçimlendirmeye çalıştığı mesajını işlemede ve yaymada herhangi bir sıkıntısı olmamalıydı! Evet, bu algı çağında, daha ilk anlardan itibaren mesaj iyi kurgulanıp servis edilmeliydi. Nitekim, bu mesajın halkın kulağına göre anlatılabilmesinde yetişmiş insan kaynağı, kurumsal yeterlilik ve kapasite sorunu yoktu Hizmet’in.

O zaman, nasıl oldu da, bu kadar güçü bir  medya ağına, sık dokulu ve yoğun iletişimli destekleyici bir tabana sahip olan Hizmet Hareketi, haklı olduğu davasında kamuoyunu yanına çekmede kimi hayati zorluklar yaşadı!


O ilk günlerde özellikle Yenişafak ve Star gazetelerinde kalem oynatan bir kısmı Mili Görüş kaynaklarından beslenmiş aydın ve gazeteci, usluplarının kıvraklığıyla, mizah öğesini de kullanarak, Hizmet Hareketi hakkında manipülasyonlara giriştiler, o dönemlerde Hareket’le ilgili menfi bir algının oluşmasında önemli rol oynadılar.

İşte tam da bu zamanlarda, nerede Hizmet Hareketi’nin medyası, yazarları ve aydın kesimi diye düşünmekteydim!

Geçen zaman bir şey gösterdi: Üslub-ı beyan ayniyle insanmış. Türlü algı operasyonlarıyla polemiğe, sağlıklı olmayan tartışma ortamlarına çekilmeye çalışılan Hizmet Hareketi’nin ilke ve felsefesine inanmış aydın kesimi meğer bu süreçte yabana atılmayacak bir itidal ve teenni sergilemiş. İki kesimin de yazar ve çizerleri mukayeseli incelendiğinde bu üslup farkı çok net görülür.

Bakınız gece gündüz televizyonlardan bağıra çağıra konuşan ve gazetecilikleri kendilerinden menkul bir kesimin ağız dolusu hakaret ve iftiralarına, tahkir, tezyif ve tehditlerine, bütün maddi ve manevi baskılara rağmen Hizmet medyasında yazıp çizen kimseler, aynı üslupla cevap vermediler ve tahriklere kapılmadılar.  Bunun küçümsenmeyecek bir erdem ve mesleki etik olduğu zamanla daha iyi anlaşılacak.


Bütün bunlarla beraber….

Yine de daha otantik ve güçlü bir anlatı geliştirilebilirdi; çok daha geniş kitlelere mal edilebilecek bir söylem inşa edilebilirdi. Böyle bir anlatının neden daha güçlüce ortaya konulamadığı ve etkince dillendirilemediğinin tek mesulü Hareket’in okuyan ve yazan kesimi değil elbette, ama bunu büyük bir oranda gerçekleştirecek olan da Hizmet Hareketi’nin aydını, münevveri ve entelektüeli idi.

Bu arada sanılmasın ki, hükumetin tezini savunanların, algı operasyonlarını sevk ve idare edenlerin kısm-ı ekseri entelektüel kapasiteleri çok da üstün ve bağımsız kişiler! Süreç gösterdi ki, benim de öteden beri saygı duyduğum bir kaç kişi meğer tam bir karton entelektüelmiş! Ki şimdilerde piyasada mebzul miktarda örneği olan nevzuhur tufeylileri saymıyorum bile…Hani o aylardır basma kalıp haline getirdikleri bir kaç argümanı tekrar edip duran, saga sola tehditler savurup duran, yazıları en vahim mantık ve bilgi hataları  ile malul ve en basit imla yanlışlarıyla meçhul kimseleri saymıyorum bile…2014 model bu “public intellectual”ların Türk düşünce dünyasına malumat müzehrafatından başka verebilecekleri bir şey olacağını sanımıyorum. Yarına kalmayacakları ortada! Fakat kabul edilmeli ki, tahrip kolaydır fehvasınca, dil ve üsluplarındaki üsturupsuzluktan ve müptezellikten dolayı daha yıkıcı ve halk üzerinde daha etkili bir kara propaganda yürüttüler. Hükumet'in tezini tam da "halka anlatır gibi" anlattılar.

Yine dikkat çekici bir husus da, Hizmet’in tezini en iyi savunanlar kendi içinden çıkan gazeteci ve yazarlardan ziyade, arkaplanlari farklı olan Ahmet Turan Alkan, Mumtazer Türköne, Şahin Alpay ve Ali Bulaç gibi yazarların olması…Bir başka husus da belki Zaman yazarlarından mesleki formasyonu edebiyatçılık olan Ali Çolak ve Ekrem Dumanlı’nın konuyla ilgili yazdıkalrının emsaline göre daha özgün bir sese sahip olmaları ve seslerinin gayet tabii daha tesirli olması.

Peki Hizmet Hareketi’nden beklenen kemmiyet ve keyfiyette entelektüel yetiştirmiyor?
İşte kimi nedenler:

1- Dini gerekçeler. Hizmet içinde yetişmiş ehl-i kalem, yazarken doğal olarak kul hakkı, doğruluk, mahremiyet, cinsellik vs. gibi hususlara riayet etmek durumundalar…Akıllarına eseni yazamadıkları gibi, temel kıstaslarla çelişen alanlara da giremezler.

2- Hizmet'in sosyal olaylara bakışında ve duruşundaki müvazenesi ve müteyakkız duruşu yazar kesiminin kırmızı çizgisidir. Her doğru haber yapılamaz. Gazete yapılacak herhangi bir haber, Çin’deki Hizmet kurumunu etkileyebilir. Bu konuyu daha iyi anlayabilmek
için " yumurta kufesi" metaforunu hatırlamak yeterli olacaktır.

3- Öteden beri Hizmet'in edebi, düşünce ve dini süreli yayınlarında içselleştirdiği romantik ve sentimental dil ve üslub, zamanla yazarlarını gerçekci tasvirler yapmaktan uzak tutuyor. "Üveyk edebiyatı" diyebileceğimiz  ayakları yere basmayan bir edebi anlayış öne çıkıyor burada. Sızıntı dergisindeki hikaye ve denemelerde rahatlıkla görebiliriz bu tarzı, STV'nin sırlı dizilerinde de müşahede etmek mümkün. Bunun bir kısır döngğ olduğu söylenebilir. Zamanın ruhunu yansıtan bir dil ve üslup bulunmalı. Mesela, her zaman ideal fertlerin bayraklaştırıldığı ve onların dasitani hikayelerinin dile getirildiği hakim bir anlatı bina etmenin yanında, mesela Orta Asya’ya gitmiş, oralarda çok çetin şahsi sınavlar yaşamış, mücadeler etmiş, ticarette iflas etmiş bir esnafin da hikayesi, hayal kırıklıkları, ümitleri… anlatılmalı; yine mesela Amerika'ya çok büyük hizmet idealeri ile gelmiş ama sonra çetin ailevi meselelerle karşılaşıp yurda dönen bir öğretmenin kişisel hikayesi de..
Bu arada, Sızıntı demişken, Yağmur’u da ekleyerek soralım: 35 yıldır bu dergilerde yetişmiş, bu dergilerin yetişmesine vesile olduğu kaç tane yetkin ehl-i kalem var? Entelektüel demiyorum!

4- Yayın kurullarındaki kontrol mekanizması....Dini yayınlardaki sıkı editöryel bir mekanizma bir yere kadar anlaşılabilir; ancak düşünce ve edebiyat ürünlerinde keskin sansür olamaz. Zaten Hizmet'in değerlerini benimsemiş, bu değerleri tecrübi ve terkibi bir zihni hamule ile yoğurarak içselleştirmiş birinin otosansürü bu noktada belirleyici olmalı. Serbest ve güvenli ortamlarda, kişiler üretir, yetişir…Bir edebi veya felsefi metin bir ilahiyatçı tarafından tahlil ve edit edilirse, hür tefekküre kapı aralamak şöyle dursun, düşünce boğulur. Hizmet’ten olan bir düşünürün kendini ifade edebileceği mecraların olması gerekir. Kendi imkanlarıyla bu tür mecralar yarattığında da içinde yetiştiği cemiyette çirkin ördek yavrusu veya kara koyun muamelesine maruz kalmamalıdır.


5- Kendi çocuklarının kıymeti bilinmeli, onlara daha fazla imkan verilmeli; yani istidatlara, mutakbel yazarlara eğilinmeli, özgün ve otantik sesler keşfedilmeli, önleri açılmalı. Son olaylar taşıma suyla değirmen dönmeyeceğini gösterdi. Böyle bir mekanizma kurulmalı, kıdemli olanlar adeta kabiliyet avcısı gibi genç istidatları bulup keşfetmeli, onları yetiştirecek yoğuracak kültürel ortamlar oluşturmalı.

6-Hizmet, eğitim hareketi olarak başlamıştır. Bu tarz, 1990lar hatta 2000ler için belki de en iyi hizmet alanlarından biridir, ama zaman değişmektedir. Belki de zihniyette bir paradigma değişimine ihtiyaç var. Post-modern bir çağda dersanecilik ve okulculuktan gelme didaktiklikten vaz geçilmeli. Fizik ve kimya anlatırken  Allah'ı da anlatma anlayışının yerleşik  olduğu Hareket’te "doğrudan sonuca bağlama" anlayışı belirgin.Eğitimciden farklı olarak entelektüel yazar, daha yaratıcı ve illa ki bir şey öğretme, bir mesaj verme kaygısına kendisini kaptırmamalı. Düşünceyi bir kanaviçe gibi işlemeli yazar, acele etmeden, telaşa kapılmadan…

7- Hizmet'te İlahiyatçılarla birlikte, daha çok mühendis, doktor, öğretmenlerden müteşekkil sayısalcı bir zihniyet vardır. Sosyal bilimlerden gelen daha fazla eleştiren, sorgulayan, okuyup yazani konuşan… bir zihniyetin yerleşmesi gerekiyor… Sosyal Bilimlerin farkli alanlar
ında yetişmiş, alanının uzmanı isimler elbette var. Fakat umumiyetle holistik ve integratif bir perspektiften, birikimden yoksunluk da söz konusu. Mesela sosyolojide veya siyaset bilimde akademik kariyer yapmış kendi konusunun uzmanı bir isim sosyal bilimlerin diğer alanlarında mesela filolojide, edebiyatta, sanatın muhtelif şubelerinde, teolojide çok asgari bir malumatla iktifa ediyor; dolayısıyla ortaya komple bir münevver çıkmıyor.

8- Entel, serbest oyuncudur. Kabına sığmaz. Kategorize edilemez.

9- Entelektüel sıkıntıya, çileye taliptir. Maddi manevi sıkıntıları göğüleyecek kalibrededir. Hayatıyla bedel ödemeyi göze alabilmesi gerekebilir. Ebu Hanife’nin dediği gibi, “ Bir baş soğanın hesabını yapsaydım ben bu ilmi edinemezdim…” sözü kulağa küpe olmalıdır.


10- Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yanında sadece İlahiyatçılar mı vardır, orda mesela kaç tane sosyolog, psikolog, antropolog, edebiyatçı vs vardır. Hizmet’in farklı bakış açılarına ihtiyacı var mıdır? Veya Hareket’in entel yetiştirme gibi bir kaygısı var mıdır?

Liste böyle uzar gider…


 Hizmet'in 50 yılda oluşturduğu ortak kültür, gelenek, vizyon, muktesabat, deneyim ve konseptler kendi içinden yetkin eserler çıkarabilecek bir düzeyde artık. Hizmet'in hoşgörüsü ve genişliği, kendi içinden çıkabilecek "aykırı" sesleri de tolere edebilecek keyfiyette.

Yaşanan tecrübeler, Hizmet için her anlamda bir dönüm noktasıdır ve hayırlı neticeler hasıl edilebilir. İleride bu süreci, en güzel  ve doğru şekilde yazarların kaleminden okuyacağız.
O entelektüele şimdiden selam ediyorum. Tarihi o yazıyor.


Sunday, June 7, 2015

OSMAN ŞİMŞEK: İNKİSAR 1

17-25 Aralık sonrası gelişen olayları Hizmet Hareketi nasıl okudu, okuyor? Hayati önemdeki bu soru, farklı disiplinlerden araştırmacıların dikkatini çekmeye devam edecek. Fotoğrafın tam çekilmesi için en az bir 10 yıla ihtiyaç var.

Bununla birlikte, sözkonusu sorunun cevabı için ilk önce, Fethullah Gülen’in süreç boyu devam eden sohbetlerine bakılacak ve bu sohbetlerin muhtevasının gün gün, hafta hafta gelişen siyasi ve toplumsal vakalar bağlamında değerlendirilmesi icab edecek.


İkinci olarak, Hizmet Hareket’in medyasına müracaat edilecek.  Buna ek olarak, süreçte önemi artan sosyal medya da önemli bir kaynak olacak. Sosyal medyada Hareket’in yüzleri haline gelmiş olan kimselerin yorumları, değerlendirmeleri araştırmacılara zengin malzeme sunacak.Kısaca, dönemle ilgili olarak tarihçiler için mebzul miktarda malzeme var. Dönemin ruhunu gerçekçi bir biçimde yakalayabilecekleri belge ve bilgi sıkıntısı çekmeyecekler…

Sürecin Hareket’çe nasıl yorumlandığıyla ilgili, Gülen’in kendi sohbetlerinden sonra, izlemeye çalıştığım bir isim daha var: Osman Şimşek.


Osman Şimşek, Hizmet Hareketi’ndeki genç kuşak arasında öne çıkan isimlerden. Süreçte, Gülen’in yanından verdiği mesajlarla da daha çok dikkat çekti. 15 yıldır Fethullah Gülen’in yanında ikamet eden bir ilahiyatçı Şimşek.

Eskiler, hocalarına veya şeyhlerine emsalinden daha yakın olan talebeler için hocasının sırrına nail oldu derlerdi. Şimşek de adeta bir sır katibi gibi Gülen Hocaefendi’nin yanında, mahreminde, onun esrarına vakıf olmuş bir vaziyette.  Kamp Saati Belgeseli’ni izleyenlerin hafizasında, Şimşek’in hocasını dinlerkenki ciddiyet ve vakarı da kaldı. Cemil Meriç, “Bir insanı tanımak için düşüncelerini, heyecanlarını, acılarını bilmeniz gerekir, hiç değilse” der. Şimşek, Gülen Hocaefendinin çilesine, izdırarına yakinen muttali olanlardan.


Osman Şimşek, kalem ve kelam sahibi. Bugün yazdıkları önemli, zamanla daha da önem kazanacak. O, yazdıklarıyla, asıl yazacaklarına dair ümit veren bir kalem. Şimdilik,  meşgaleleri arasından devşirebildiklerini sunuyor okurun istifadesine… Yazılarının dili ve üslubu sıcak, akıcı, içten ve halavetli. Şimşek’in kelimeleri gönlünün derinliklerinden fışkırıyor. Ehl-i ilim olduğu kadar ehl-i hilm de olan Şimşek’in hali ve ahvali kaline ve kelimesine yansıyor. Ahmet Kurucan’ın sohbet tarzına benzemeksizin, Şimşek’in vaaz üslubu var, yazılarının duygu debisi yüksek... Okurken, kürsüye çıkmış Şimşek’i, yana yakıla size meramını anlatmaya çalışırken, adeta, “gel yolcu beraber oturup ağlaşalım” derken buluyorsunuz. 

Her bir yazısı bir çığlık gibi…Cemaatin şuuraltından kopan bir çığlık. Şimşek, süreçte, sürekli hor ve hakir görülen Cemaat’e gönül verenlerin, yazdıklarında kendini buldukları kalemlerden biri oldu…
Osman Şimşek’in süreci anlatan İnkisar adlı kitabının yayımlanmasının üzerinden 10 ay geçti. Burada yazmayı düşündüğüm iki veya üç yazıda, Şimşek’in bu kitabını incelemeye çalışacağım.Kitabın adının İnkisar olması manidar. Şimşek, kitaba bir isim bulmak için çok düşünüğünü belirtiyor: “İster şahıslar planında, isterse toplum çapında cereyan eden olayları ‘inkisar’ kelimesinden daha güzel özetleyecek bir tabir bulamadım” diyor. Ben olsam bu dönemi İnkıraz kelimesiyle ifade ederdim: Değerlerin birer birer çözüldüğü bir kriz dönemi…Şimşek, Namık Kemal’in:

Eden tahrib-i alem, inkisar-ı kalbidir halkın
Gönül yıkma, cihanı eylemek abad lazımsa…” beytiyle inkisarı izah ediyor.


“Bahar mevsiminde hazan tasası, gündüz ortasında gece karanlığı, tam “bulduk” derken hicran humması kaderimiz oldu; inkisarla kıvrandık” diye de ekliyor.İnkisar kelimesindeki kırgınlığa, burukluğa rağmen, inanan insandaki ümide ve canlılığa da dikkat çekmeden edemiyor yazar. Şimşek’e göre inanan insanın hayatında “hiç bir zaman mutlak çözülmek, kırılmak ve yıkılmak söz konusu değildir. O, Hakk’a ve halka karşı vazifelerini eksiksiz eda etmeye çalışır; kendi üzerine düşeni yaptıktan sonra da tevekkül, teslim ve tevfiz ruhuyla Allah’a sığınır.”


Şimşek, kitabı kaleme almasının sebebini şöyle açıklıyor: 
“Sevimsiz bir edayla da olsa bir ‘inşa’ çığlığı atmaktır…muradım” Çünkü “ sedası gür ve yüreği cesur aydınların” sayısı fazla değildir. Dolayısıyla Şimsek’i yazmaya icbar eden izdırari şartlar. Kendisini anlatmak zorunda hissettiği şey, “Fethullah Gülen Hocaefendi’nin perspektifinden Yansiyanlarla Nur ile Topuz’un Hazin Hikayesi’dir. 

Bu anlamda kitap, “bir talebenin ‘insaf’ çığlığı ve münkesir kalbler safında bulunma ilanı”dır.Bir hadisle de durumu tavzih ve telmih ediyor:“Hz. Musa, Allah’a “ Ya Rab! Seni nerede arayayım?” diye yakarınca, Allah: “ Beni kalbi kırıkların yanında ara…”  Bu kırıklığın, inkisarın, Kırık Mızrap’la olan ilgisini aramak da bir başka yazıya konu olabilir.

Millet ruhunda derin bir inkisara sebebiyet verenleri hemen kitabının başında şöyle tasvir ediyor Şimşek:“Makam, para, şöhret, şehvet, riya, rahat tutkusu ve bencillikle başı dönen, heva ve heveslerine esir düşen, kendi ruhi derinliklerine yabancı hale gelen, gönül ufku açısından iğretilik ve zevksizlik içinde hayat süren kimseler yıktılar milletin hayallerini…Dini politize ederek hak yolun töresini değiştirenler; düşmanlık, kin, nefret, kıskançlık ve saldırganlıkta bir mahzur görmeyenler ve onlardan cesaret alıp kaba kuvvetle kalplere iman kazıyacakları vehmine düsenler kararttılar İslam’ın çehresini…”

Şimşek bu inkisar dönemini “Düşmanın cefadan usanmadığı, dostun da vefayı hatırlamadığı hasret ve hicran günleri” olarak tasvir ediyor. Öyle günlerdir ki, “milletin mana kökleri baltalanmış” ve “mefkure insanları bir kere daha gurbeti acı acı yudumlamışlardır” bu süreçte.

Bu beyit de İnkisar’dan:

"Gönül her zaman arar durur bir yar-ı sadık
Bazen de sadık dedikleri çıkar münafık..."

Şimşek Gülen’in anlaşılamadığı kanaatinde: “Tek makalesini okumadan, bir sohbetini önyargısız dinlemeden ve çoğu zaman neyi niçin söylediğini düşünmeden hükümler verdiler ve aldandılar”.Ve ekliyor:“Keşke çekememezlik ve haset, bakış açılarında eğrilikler hasıl etmeseydi”

Şimşek zaman zaman  dolaylı yoldan da olsa özeleştiriler yapıyor. İşte bir örnek: 

“Varsa içlerinde bir kısım yaramaz kimseler, bulunup sorgulanabilirdi fakat toptancı bir anlayışla bütün adanmış ruhlar düşman yerine konmamalıydı. Zinhar, sırf çizgi birliği bahane edilerek, yurt içindeki birinin muhtemel, belki mevhum cürmünden dolayı dünyanın en ücra köşesindeki bir masum muallim cezalandırılmamalıydı…”Şimşek kitabın satır aralarında en kesif siyasi gelişme ve mevzuları bile, asıl baglanması gereken yer olarak gördüğü yere bağlıyor: “Allah’ın rızası….” Tabir-i diğerle, sohbet-i canan.

Kitabının başlarında Hizmet Hareketi ile siyaset münasebetlerine değinen Şimşek, Hareket’in siyasi duruşunu tafsilatıyla ele almaya çalışıyor. Ona göre “meşru siyaset” adil bir idareye ve iman hizmetine vesile olmalıdır. Burada meşru siyaset tabiri, yazar tarafından fazla açılmasa da, ilginç bir konsept.Şimşek, siyasetin muhtemel vartalarından söz ederken, Bediüzaman’dan alıntılarla tezini güçlendiriyor. Aynı yerde, derdi “oy ütmek” olan siyasilerin “politik egoizminden” ve pragmatizminden söz ediyor. 

Siyaset genel itibariyle menfi tedaileriyle ele alınıyor kitapta...

Siyasetle ilgili genel yaklaşım : Yoğurdun üstünde yoğurt kaymağı, sütün üstünde süt kaymağı, şapın üstünde de şap kaymağı bulunur.. Yani “Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz” hadisi...

Burada sağlam fert, sıhhatli toplum ve adil idareci arasındaki hayati münasebete temas ediyor Şimşek. İslam geleneğinde ve tarihinde, siyasetçiler ve manevi değerlere önem veren kanaat önderleri arasındaki münasebetleri genelce ele arak, sözü Gülen’in siyasi mülahazalarına ve siyasetçilerle olan münasebetlerine getiriyor.Bu bağlamda, Şimşek, Gülen’i “ ulema geleneğinin günümüzdeki temsilcilerinden bir mürşit, kendisini insanlığın islahına vakfetmis bir münevver” olarak konumlandırıyor. “Bütün himmetini iman hizmetine yoğunlaştıran” Gülen, Şimşek’e göre “iradi olarak politikanın uzağında kalmıştır.” Bu mesafeli duruşa rağmen, Gülen ülkeyi ve dünyayı ilgilendiren sosyal meseleleri dikkatle ve yakinen izlemiş ve gerekli gördüğü hususlarda “mektup yazarak, bazen elçi göndererek, kimi zaman da bizzat görüşerek yetkilileri uyarmış, genel kanaatlerini paylaşmış ve muhtemel çözüm yolları salıklamıştır.”

Şimşek’e göre Gülen’in beğendigi, çalışmalarını takdir ettiği kimi siyasetçiler olmasına rağmen  “hiç bir partinin siyasi destekçiliğini yapmamıştır.” 
Bu meyanda kişisel bir gözlemimi paylaşmak isterim. Bir secim sürecini yaşadığımız bu günlerde, oy verme sürecinde kendisiyle röportaj yaptığım hem Hareket’te belli düzeylerde görevler almış hem  de halktan Harekete destek ve gönül vermiş farklı kimselerin çok çeşitli siyasal tercihlerinin olduğunu tespit ettim. Kimi ileri gelenler, yıllarca Hareket’in içinde olmasına rağmen, seçim dönemlerinde kesinlikle doğrudan bir partiye oy verilmesi konusunda Hareket’ten kendilerine bir talimatın gelmediğini belirttiler. Kendisiyle konuştuklarım arasında, ki anket değerlendirmelerini de daha sonra paylaşacağım, bu seçimlerde iktidar partisi AKP’yi destekleyenlerin yanında CHP, MHP ve HDP’ye oy vereceğim diyenler de gördüm. Bu durum, Hizmet Hareketi içindeki kültürel ve siyasal zenginlik, farklılık ve demokrasiyi gösterdiği kadar, kişilerin merkezi bir talimatla  belli bir siyasal partiye yönlendirilmediğini de ortaya koyuyor. Bidayetten bu yana Hizmet Hareketi’nin seçimlerdeki temel yaklaşımı bu şekilde olmuştur. Kişiler kendi özgür iradeleriyle istedikleri tercihlerde bulunurlar ve bu tercihlerinden dolayı da sigaya çekilmezler, Hizmet Hareketi içindeki konumları herhangi bir zarar görmez. Ancak, Hareket içindeki kimselerin kendi aralarında çeşitli ortamlarda kurdukları münasebetler sonucunda hakim bir kanaatin oluşması da gayet tabiidir.

Şimşek, Gülen’in en çok takdir ettiği siyasetçilerin Turgut Özal ve Bülent Ecevit olduğunu da belirtiyor. Ve bunun sebeplerini kitabında açıklıyor. Nitekim bu siyasi isimler, Hareket’ten de bir çok kimsenin sevdiği, beğendiği siyasetçilerdir.


Burada, Gülen ve Hizmet Hareketi hakkında çalışmalar yapan pek çok akademisyenin ısrarla üzerinde durduğu Gülen’in siyasetle olan münasebetlerinin Said Nursi’nin temel düşünceleri ekseninde  biçimlendigini Osman Şimşek de söylüyor. Bu yaklaşım, her hal ve karda Müspet Hareket ilkesiyle davranma, milli ve dini meseleleri bir müslüman duyarlılığıyla takip ederken ve toplumsal faydayı gözetirken siyaset üstü kalmaya gayret etmek, kısır politik mücadeleler içine girmemek…

Seçimler sürecinde bu temel prensipler ışığında bir hatt-ı hareket belirleyen Hizmet Hareketi’nin son 20 yılda siyasilerle olan münasebetleri ve Türkiye Demokrasi’sine olan hizmetleri umarım daha detaylıca ele alınır ve bu değerler tespit edilir.

Sonraki yazılarımızda “ Cebrail parti kursa…” sözünü Osman Şimşek’in kitabı ve son 7 Haziran Seçimleri bağlamında ele almaya çalışalım.

Wednesday, June 3, 2015

KANADA MECLİSİ SONUNDA TEPKİSİNİ KOYDU.


Zamanında Kanada ile Türkiye münasebetlerine dair çok şeyler yazdım, Haber7.com’da…
İki NATO ülkesi arasındaki ekonomik, siyasal, kültürel…ilişkilerin gidip gidip Ermeni Meselesi’ne dayandırılmasını, bir çıkmaza saplanmasını hep eleştirdim. Birbirine coğrafi uzaklıkları olan  Türkiye ve Kanada, yıllarca diğer münasebetlerde de araya mesafeler koydu.
Halbuki, Türkiye gibi her bakımdan potansiyelli bir ülke ile Kanada gibi dünyaya her zaman umut aşılayan ve istikbal vaad eden genç bir ülkenin daha fazla işbirliği içinde olması gerekiyor. Bunu rastladığım tüm Kanadalı dostlarıma anlatmaya çalıştım yıllardır. Geriye dönüp bakınca da görülüyor ki, bir çok konuda belli mesafeler de kat etmişim..
Başkent Ottawa’da yaşadığım dönemlerde, yerel ve federal siyasetçilerle yollarım daha sık kesişirdi. Her minvalde ve mahfilde, “Aman Türkiye” derdim. "Türkiye'yi yabana atmayın." Kanada Dış İşleri’nde bir kesim diplomat, beni Türkiye’nin gönüllü Büyükelçisi gibi görürdü. Çok sık duyduğum bu taltifkar sıfatla gururlanırdım da. Bir fırsatını bulur, onlardan bir kaçını alıp bazen Ottawa’daki Türkiye Büyükelçiliğimize götürür, Türk diplamatlarımızla diyalog kurmalarına vesile olurdum; bazen de alır Türk vakıf ve derneklerine götürür, Türk ailelerinin evlerine davet eder kültürümüzü onlara yerinde takdim ederdim. Kanada’nın Türkiye Büyükelçisi John Holmes beyin eşi Carrol hanım bana “Türkiye’nin büyükelçisi” derdi ve eklerdi: “ Kanada’nın da senin gibi elçilere ihtiyacı var, dünyanın her yerinde...”  Kanada’da yaşayan yurttaşlarımızdan daha fazlasını yapmıyordum ki ben! Bu konuda, benden çok daha fazla gayret eden onlarca insan tanıyorum; birini, bir Ottawa kahramanını, daha önce burada yazmıştım da nitekim.

Ne yapıyordum! Türk kültürü diyordum, Türk dili, Türk mutfağı diyordum…Ottawa’da bir dönem çok ilgi çeken kitap klüpleri kurdum, yönettim. Türk edebiyatının şah eserlerini Kanadalı dostlarımızla okuduk, çay kahve içtik, baklava yedik, Türk sinemaları izledik… Ottawa’da 10 yıldan fazla Kanadalılara Türkçe öğrettim, aşkla şevkle... Ne Orhan Pamuklar, ne Elif Şafaklar okuduk... Sadece Türkçe değil; ovasıyla obasıyla, Karagözüyle, Hacivatıyla, Fatih’iyle, Mustafa Kemal’iyle, masalıyla, bilmecesi tekerlemesi, türküsüyle…Türk harsını, irfanını öğretmeye çalıştım gücüm yettiğince.. Yüzlerce insanın Türkiye’yi bir başka sevmesine vesile oldum sanıyorum. Her bir gurbetçimizin yaptığı gibi.
Benim icin Kanada ve Türkiye birdir. Gönül meyvemin iki yarısı... Kültürel referansları Türkiyeli olan  bir Kanadalıyım ben... Her geçen gün de bu ülkeyi  daha fazla seviyorum. Nasıl sevmem! Hayatımın en kıymetli yılları Kanada’da geçti. İlk yıllar, uzun ve soğuk gecelerde üşüyen göçmen yalnızlığımı Tanpınar'la, Yahya Kemal'le... ısıtmaya çalıştığımı hatırlıyorum; ısındıkça da daha çok bağlandım bu kışları bembeyaz, yazları yemyeşil Kuzey memleketine...
Türkiye’nin yıldızının parladığı o baş döndüren 2000’li yıllarda oturup kalktığım her yerde Türkiye’yi anlattım. Gururla. Usanmadan. Benim ülkem de düze çıkıyordu. Prangalarını bir bir çözen bir ülkeydi benim memleketim... Yıllar önce kendisini büyük bir kaosun içinde bırakıp da Allahaısmarladık dediğim ülkem...şimdi AB’ye doğru nasıl da ümidvar adımlarla yürüyordu. O Türkiye’yi, evet hem de bal gibi Kürt Meselesi vardır ve ben bu asır-dide sorunu eğitimle, kültürle, barış içinde çözeceğim diyen Türkiye’yi, tüm vatandaşlarını ayrımcılığa tabi tutmadan kucaklayan Türkiye’yi, yolsuzluk ve usülsüzlüklerin henüz esamisinin okunmadığı Türkiye’yi…anlatıyordum da anlatıyordum. 1980 ve 1990’li yıllarda kitaplarını heyecandan hop oturup hop kalkarak okuduğum Topçu’nun, Kaplan'ın, Turhan’ın, Karakoç’un, Fazıl’ın…tasvir ve tarif ettiğini sandığım Yarınki Türkiye’ye ramak mı kalmıştı Allahım!
O dönemlerde, yine kendimden geçercesine Türkiye’den bahsettiğim bir anda, Kanadalı bir dostumun, “Engin, senin bu kadar milliyetçi olduğunu bilmiyordum” dediğini hiç unutmam. Bu gurbet içime nasıl da işlemişti, beni vatan millet Sakarya vadilerine savurmuştu! İşte o demler, Türkiyeli olarak gurbet sokaklarında gerçekten de bir başka çalımla yürüdüğümüz demlerdi… Araplar, Acemler...Ortadoğu ahalisi bize hep gıptayla bakıyordu. Ne günlerdi! Soran her Kanadalı’ya Türkiye’ye gitmemişseniz hayatınızın yarısı boş geçmiştir diye mahcubiyetle fahirlendiğimiz dönemler...
Aynı şekilde, Türkiye’den Kanada’ya gelen yüzlerce dostumuzu, siyasetçiyi , gazeteciyi, akademisyeni Ottawa’da Toronto’da Montreal’de ağırlarken de onlara kendimizden geçercesine Kanada'yı anlattım; gelip giden olursa halen de anlatıyorum. Bu vesileyle, Türkiyeli dostlarımızdan bir kısmı Türkiye’deki işini, gücünü, makamını bırakıp buralara gelmek istedi; doktor, üniversite hocası, iş adamı, yazar…Türkiye'den kaçmak istercesine...
Ezcümle, dün de bugün de iki ülke arasındaki ilişkilerin tesisi ve tamiri için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Galatasaray'ı tuttuğum kadar, Ottawa Senator’lüyüm de... Türkiye seçimleri ile ilgilendiğim kadar Kanada seçimleriyle de ilgiliyim…
Sadece ben değil, gurbette yaşayan yüzlerce vatandaşımız gibi, mesela Anadolu Kültürleri Federasyonu gönüllüleri gibi, bir pozitif bir milliyetçilik, bir kültür, irfan ve medeniyet milliyetçiliğidir yaptığım... Bu federasyonun binlere gönüllüsü buralarda 15 yıldır muazzam Türkiye festivalleri düzenliyorlar. Bu topraklarda, Türk namına kuşun uçmadığı kervanın geçmediği günlerden itibaren kısık sesler olarak arz-ı endam ettiler, zamanla güçlendiler…Sadece yetmiş yedi milletten Kanadalıları değil, Alevisi, Sunnisi, Kürdü, Kemalisti, Ülkücüsü, Dindarı, Liberali… Türkiyeli binlerce kişiyi bu festivallerde, açtıkları kurumlarda, düzenledikleri etkinliklerde bir araya getiriyorlar, kucaklaşmalarına vesile oluyorlar bu insanların... Bu insanlar başka nasıl bir araya gelir! Ayrılığa gayrılığa ne hacet! Bu gönüllüler, Türkiye’yi en güzel şekilde temsil etmeye de devam ediyorlar anavatandan binlerce kilometre uzak beldelerde...
Hele siz bir gelin bu Ramazan, Toronto’daki Türk Okulu Nil Akademi’nin bahçesine açılacak Ramazan Çadırını ziyaret edin; kendinizi Kanada’da mı yoksa İstanbul'da, Üsküdar meydanında mı hissedeceksiniz! Toronto'nun bağrında adeta bir vaha gibi ışıyan bu mekanda kendinizi nasıl serin ve nasıl kendi evinizde hissedeceksiniz…Kanada’nın her yerinde açılan bu Ramazan çadırlarında 30 gün boyunca on binlerce kişiye iftar veriliyor, herkes gönlünce Ramazanın maneviyatını hissediyor; her türlü siyasi mülahazanın verasında Türkiye insanları kelimenin tam anlamıyla gönül diliyle konuşuyor birbirleriyle. En üst düzey Kanadalı misafirler buralarda ağırlanıyor. İnsanlar bu gönüllü vazifeleri derühte ederken, yaptıklarını ibadet neşvesiyle eda ettikleri pırıl pırıl yüzlerinden belli oluyor; hizmet ederken kendinden geçiyor kadını erkeği, çoluğu çocuğu. Aman birilerinin gönlü memleketimize ısınırsa... aman birilerinin zihninde, dinimize, ruh ve mana köklerimize ait değerlerimize karşı bir önyargıyı kırabilir miyiz... aman ülkemizi ve ülkümüzü buralarda en güzel şekilde nasıl temsil edebiliriz…Bütün bunlar içten ve candan gelen gayretler. Milyon dolarlara kotarılamayacak işler.
Şuraya getireceğim sözü: Neden sonra, Türkiye’deki kimi gelişmeler beni içten içe rahatsız etmeye başladı. Günbegün bunaldım. Herkesin bildigi şu haksızlıklar, hukusuzluklar…Kardeşin kardeşe kasdı. Memlekete dönmeyi çoktan unutmuş bencileyin bir garip, memlekette, özyurdumda...o vatanın herhangi bir köşesinde çoluk çocuk mağdur edilen mazlumlar için göz yaşları döktüm; zaman zaman işi kalenderliğe vursam da içim sızlıyor. Bu ne zulümdür aklım almıyor. Yetmez mi şu dünya yurdunu birbirimize zindan etmemiz! Bunca vurdumduymaz, çilesiz, eyyamcı… çocukluktan itibaren gönül verdiğim değerleri, hayatıma anlam katan mukaddesatımı birer birer tırpanlıyordu. İnsanca yaşamak değeri, adil olmak, hakka riayet değeri, onurluca ve güven içinde yaşayabilmek değeri…En büyük saldırı da mukaddesataydı! Mesela iki sene önce Erzurum'da kendisini ziyaret ettiğim genç öğretmen Mustafa geliyordu aklıma. Bu genç, sabah akşam kimi tufeyli ruhlar tarafından kendi mukaddesatına küfürler edilirken, bu hakaretler salvosunda kendisini nasıl hissediyordu. Böyle onlarca safi simayı hatırladıkça gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyordu... Reva mıydı bu!
Kanadalı dostlar Türkiye’de neler olduğunu sorduklarında, cevap verecek eski neşvem yoktu artık..Sükut ihtiyar eyledim. Kendimi bu gurbet ellerde, Soğuk Savaş ve Tek Parti Dönemlerinin şedit zulümlerinden bunalan ve teselliyi gül yetiştirmekte bulan o adam gibi hissetmeye başlamıştım. Belki de ziyadesiyle naiftim.
Memleketi sorup, kapkara tablolar çizen Kanadalı dostlarıma, çok kez, hayır öyle değil, sizin bildiğiniz gibi değil dedim içim kan ağlayarak. Bu bir cinnet devriydi, gelir geçerdi, Türkiye, sizin dediğiniz gibi ne bir Suriye ne bir Irak ne de bir İran dedim. Haksızlık yapıyorsunuz dedim.
Ama, onlara artık eskisi gibi anlatırken gurur duyabileceğim pek fazla bir şey de kalmamıştı.
Şimdi, sadece Kanada’da değil, Batı’da Türkiye ile ilgili genel manzara şu: Türkiye’de yönetim eleştirel düşünenlere karşı baskıyı gittikçe artırıyor, muhalif sesler birer birer susturuluyor, devasa yolsuzlukların ardı arkası kesilmiyor. Dini değerler siyasete peşkeş çekiliyor,  Hükumet yolsuzluklara bulaştı ve Hükumet’in Suriyeli kimi gruplarla münasebetleri de şaibeli. Hadi gelin ayıklayın bu pirincin taşını. Her gün yazıl ve görsel basın bunca menfi bombardıman yaparken hadi gelin de siz çok değil beş yıl öncesinin anlata anlata bitiremediğiniz Türkiye’sini anlatın bu insanlara…
Mesela Türkiye’de tutuklanan gazeteciler meselesi. Kim sorduysa cevap veremiyorum. Sadece ben değilim cevap veremeyen, Elçilik çalışanlarımız da çok zor durumlarda kalıyorlar bu tür sorular yöneltiğinde. Ne desinler! Ya tatmin etmeyen cevaplar,  ya da bir ölüm sessizliği...
Bu konuda politikacılardan da, akademisyenlerden de, basından da arayıp ne düşünüyorsun diye soranlar oluyor. Siz ne dersiniz, elinizi vicdanınıza koyun. Kızıyorum, çoğu zaman öfkeden yumruklarımı sıkılı buluyorum.
Mesela, Ana Muhalefet Partisi olan Yeni Demokrat Parti Milletvekili ve aynı zaman da İnsan Hakları Komisyonu Başkan Yardımcısı  Wayne Marston, daha geçen şöyle dedi:
 “Daha önce Türkiye’de olan güzel şeyler için hep teşvik edici olduk. Ama şimdi medyaya doğrudan baskı var, yasak var… Medyanın gerçekleri anlatma sorumluluğu engelleniyor. Kanada bugün dünyanın en özgür ülkesi ise bunda en önemli pay, özgür medyanındır. Bırakın medyayı, sıradan bir vatandaş  işimden olurum, en küçük  bir baskı ile karşılaşırım gibi her hangi bir konuda korkmadan çekinmeden Başbakan’ı her şekilde eleştirebilir” diyor, “Bu bizim için en büyük zenginliktir” diye de ekliyor.  Bu örnekler saymakla bitmez.
Şimdi en son da Kanada Parlemantosu, 17-25 Aralık sürecinde gelişen olaylar bağlamında tutuklanan gazetecileri kınayan bir mesaj yayımladı. Meclisin bu mesajı tarihi nitelikte. Altında tastamam 134 milletvekilinin imzası var. Kanada Parlemantosu’nun bir konuda bu kadar yüksek oyla karar alması çok nadir. 
Kanada Meclisi federal milletvekilleri ve senatörleri Dışişleri Bakanı Rob Nicholson’a gönderilen iki farklı mektupla Türkiye’de basın özgürlüğüne yönelik saldırıları kınadı. Bu mektuba da İktidar'ından Muhalefet'ine kadar her partiden ikisi bakan toplam 134 vekil imza attı. ABD Kongresi’nden sonra Kanada Meclisi de Türkiye’de basın özgürlüğüne yönelik bu saldırılara sessiz kalmadı, tepkisini koydu.
Meclis’teki mektubu imzaya açan milletvekili Leon Benoit şöyle diyor: “Bu mektup tüm Kanadalıların el üstünde tuttuğu ve dünyadaki tüm seçilmiş yetkililerde görmeyi umduğu evrensel değerlere çok partili desteği gösteriyor.”  Benoit, bu mektu hakkında “Türkiye’de süregelen ciddi meseleler konusunda, Kanada’nın eleştirel sesini kuvvetlendireceğine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk hükümeti tarafından karşılık bulacağına yönelik inancım tam.” şeklinde konuşuyor.  Meclis’te imzaya açılan ve büyük destek gören bu mektupta, Ekonomi’den Sorumlu Devlet Bakanı Kevin Sorenson ve Devlet Bakanı Gary Goodyear gibi onemli isimlerin yanısıra, Kanada Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Dave Van Kesteren gibi çok önemli isimlerin de imzaları yer alıyor.  Evet, Dave’in imzasını  ayrıca önemsiyorum. Kendisini en son geçen sene Ottawa’da Anadolu Kültürleri Federasyonu’nun Hotel Laurier’de düzenlediği yıllık kongresinde görmüştüm. Hoşsohbet, karizmatik bir siyasetçi Dave; Türkiye’yi çok yakından izliyor, tam bir Türkiye dostu. Sık sık gelip gidiyor Türkiye'yi. O zaman kendisiyle çok sıcak geçen bir sohbet yapmıştık ve Türkiye ile ilgili birbirinden zor sorular sormuştu. Mektupta imzasını görmek beni şaşırtmadı açıkçası…

Mektup uzun, isteyen Kanada Meclisi’nin sitesinden ulaşabilir. Mektubu uzun uzun tahlil edecek değilim. Bu tür şeylerin ardı arkası gelmiyor artık! 

Sadece şu ifadelere kulak verelim mektupta: 
“Hükümeti eleştiren gazeteciler giderek artan bir şekilde rahatsız ediliyor ve gözdağı veriliyor. Bu gelişmeler ifade ve basın özgürlüğünü doğrudan ihlal ediyor ve Türkiye’nin bina ettiği demokratik ilkeleri tehdit ediyor.” Bu yanlıştır diyen beri gelsin, konuşalım.
Yine mesela şu ifadeleri de alıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son zamanlarda kimi Batı gazetelerinde kendisine yöneltilen  eleştirilere verdiği cevapların yanına koyalım: 
“Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk hükümeti, uluslararası toplumun ve vatandaşlarının güvenini, basın ve ifade özgürlüğü gibi temel demokratik prensiplerine yönelik saygıyı yeniden sağlamak yoluyla kazanmalıdır.”
Mektup’ta Kanada Dışişleri Bakanı Nicholson’a hitaben de şu deniyor:
“Devam eden tehlikeli durumdan çıkılıp; barışçıl, demokratik ve uzun dönemli çözüme ulaşılması adına sizden Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk hükümetine baskı yapabilmek için mümkün olan her vesileyi değerlendirmenizi istiyoruz.”
Mektupta, Karaca ve Mehmet Baransu’nun yanında 14 Aralık operasyonlarından gözaltına alınan Ekrem Dumanlı’nın ismi de geçiyor. Bu gazetecilere yönelik tutuklamalar ve baskıdan duyulan endişe dile getiriliyor.

Evet, Kanada medyasında bu minvalde haberler daha sık çıkıyor son zamanlarda... Biz Türkler için ne müşkül bir durum! Sıradan bir Kanadalı, Türkiye'de umum halka yutturduğun kurguları yemiyor, gerçeklere bakıyor; iyi ama demokrasi nerde diyor, basın susturulamaz diyor geçiyor. Olan da Türkiye'nin son yıllarda dışarıda edindiği itibara, içeride edindiği muktesabata oluyor. 
Demem o ki, demokrasi kolay edinilmiyor, bedeller istiyor.  En kolayı da statüko, hantal bürokrasi ve eyyamcılık... Muhalifine hakk-ı hayat tanımamak. Bizim memlekette mebzul miktarda var bunlardan.  Diğer yandan, ağzımızdan düşürmediğimiz demokrasi, hakkını aramayı, hakkını ihkak edebilmeyi bilmeyi gerektiriyor. Kimse size onu altın bir zenbilde takdim etmiyor…Ennihaye, insan onuru için yaşar şu fani alemde.
Evet, yokuşu aşabilmek, insanca yaşayabileceğimiz bir memlekete kavuşabilmek  manevi bir direnç istiyor elbette, yalvar yakar dua istiyor… ama bununla birlikte gayret, cesaret ve mücadele de istiyor. Yoksa kendi halkımıza reva gördüğümüz bu zulüm ve eziyet için dünyadan daha çok sille yeriz. Hafizanallah, başımızda kurtarıcı sandıklarımızdan da daha çok balyoz yeriz. 

Tuesday, June 2, 2015

ERZURUMLU BİR İSLAM ALİMİ: FETHULLAH GÜLEN -2


"Erzurum kilidi, mülk- i İslâm' ın,
Mevla'ya emanet olsun Erzurum.
Erzurum derbendi ehl- i İslâm' ın,
Mevla' ya emanet olsun Erzurum."


              İlk yazının devamı olarak burada  kısaca, Erzurum bölgesinin kimi kültürel hususiyetlerinin Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi üzerindeki tesirlerine bir kapı aralamak isterim. Şüphesiz ki, bu konu, bu köşenin ilgi ve sınırlarının çok ötesindedir;  çok daha kapsamlı bir akademik araştırmayı zorunlu kılmaktadır. Bu konudaki temel düşüncem şu: Fethullah Gülen Hocaefendi, aşağıda bir kısmını ve kısaca sıralamaya çalıştığım Erzurumluluk hususiyetlerini şahsında ve tefekküründe görünür biçimde taşımaktadır. Aşağıdaki başlıkların her biri uzunca ele alınıp daha da açılabilir ve çok sayıda başka başlıklar da eklenebilir. Gülen, Erzurumlu bir alimdir, ancak o bölgeyle sınırlı kalmamıştır; İzmir'e gidince yerellikten çıkmış daha ulusal düzeyde bir varlık kazanmıştır, zamanla da tüm dünyaya hitap eder bir hale gelmiştir. Keşke, bir arastırmacı Gülen'in yaşadığı mekanları teker teker ele alsa ve bu mekanların izinde  Gülen'in düsüncesini ve Hareket'in seyrini takip edebilse...
                                                         
                                                                               Dadaş İslamı

          Fethullah Gülen, Selçuklu ve Osmanlı hayranıdır. Osmanlı Sultanlarından ve onların İslam’a yaptıkları hizmetlerinden söz ederken gözyaşlarına hakim olamaz. Bugün, transnasyonel bir hüviyet kazanmış olmasına rağmen, Türk Osmanlı kültürel milliyetçiliği ve Dadaş müslümanlığı, Hizmet Hareketi'nin tamamlayıcı cüzlerindendir. Türkiye’deki kimi diğer dini gruplara benzemeksizin, Hizmet Hareketi’nde güçlü bir Türk milliyetçiliği damarı vardır. Gülen’in eserlerinde, özellikle de şiirlerinde, Osmanlı tarihi en sık kullanılan temalardandır. O, Türk tarihindeki şaşalı dönemleri hicranlı bir daüssıla ve hasret duygusuyla yad eder...Türk tarihinin kültürel geçmişini çeşitli yazı ve anlatım türleriyle yeniden kurgular.[1] Oradan bir gelecek vizyonu üretir. 

        Hizmet Hareketi’nin mayasındaki bu Türklük unsurunu daha iyi görebilmek için, Hareket’in banisi olan Fethullah Gülen’in doğum yeri olan Erzurum’da hakim bölgesel kültüre ve dadaşlık geleneğine bakılması gerektiğini düşünüyorum. Hakan Yavuz, Gülen’in İslami anlayışının da, onun doğup büyüdüğü bölgesel şartlar ve imkanlar bağlamında gelişmiş olan milliyetçi ve devletçi temayüllerle tesis edildiğini ileri sürer.[2]  Kendisi de bir dadaş olan Alvarlı Muhammed Lütfi Efe, Gülen’in İslami anlayışını ve tasavvufi telakkilerini biçimlendirmiş, onun milliyetçi, muhafazakar, devletçi bir zihin yapısı edinmesinde ve genç Gülen’in manevi şahsiyetinin yoğrulmasında hayati tesire sahip olmuştur.[3] Gülen, İslam’ın Anadolu yorumunun ve tecrübesinin Arap ve İranlılardan farklı olduğu kanaatindedir. Gülen’e göre Anadolu İslamı, müsamaha ve müsalahe temellidir; bu İslam anlayışı Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş gibi çok sayıda saygın Anadolu Müslüman bilgelerinin hayatları, eserleri ve ruhuyla işlenmiş ve yoğrulmuştur.



                                                             İmeceden Himmete

       Erzurum'da yerleşik bir imece kültürü vardır. Halk, belli aralıklarla bir araya gelip toplum yararına kimi ortak projeler yürütür, muhtacın işi görülür. Bu gelenek, Erzurum'da halen canlıdır. Harman sonlarında, Ramazanlarda, düğün ve dernekte kendini gösterir. Özellikle kırsalda halk, yol ve köprü yapımını, tarla işlerini birbirine omuz vererek  yapar. Amaç, maddi karşılık beklemeksizin topluma yardımdır. Para toplanır, cami okul yapılır, gençler evlendirilir. Bugün, Hizmet Hareketi'nde bu tür faaliyetleri sıklıkla görebilmekteyiz. Öğretmenler bir araya gelip eğitim verecekleri okulu inşa ederler, inşaatta ve tamir işlerinde çalışırlar. Fethullah Gülen, muhtemelen Erzurum bölgesindeki bu geleneksel uygulamadan da esinlendiği bu imece geleneği temelli faaliyetleri ifade eden himmet adıyla yeni bir konsept geliştirmiştir. Hizmet Hareketi'ndeki himmet geleneğini, Hareket içinden Peygamber Efendimiz zamanına kadar götürenler de vardır.  Himmet, farklı kesimlerden insanları ortak bir amaç ve proje etrafında toplar ve onları iyilik, doğruluk ve güzellik için  motive eder. Kişiler, toplum yararına, maddi manevi imkanlarını seferber eder. Gülen, Hareket'in ilk günlerinden itibaren varlıklı kimseleri insana yatırım yapmaya teşvik etmiştir. Toplumsal kaynakları milletin yararına harekete geçirmiştir. Zenginlere müşahhas hedefler göstermiş, onlara muhtaç öğrencilere burslar verme imkanları sunmuştur. Hizmet Hareketi, yıl içinde belli periyodlarla himmet etkinlikleri düzenler, insanları yurt içi ve yurt dışında eğitim kurumları açmaya teşvik eder. Bugün, Gülen, Erzuurm'daki bu bölgesel pratiği, dünya sahnesine taşıyarak Kimse Yok Mu gibi dünyanın her yerinde var olan bir insani yardım kurumunun açılmasına ve zamanla da bu kurumun markalaşmasına vesile olmuştur.
                                                               Çay Kültürü

             Erzurum'un yaygın günlük ritüellerinden biri çay kültürüdür. Erzurum ziyaretimde her mahfilde hiç durmaksızın çay içtiğimi hatırlıyorum. Dadaşlar günün her saatinde aralıksız çay içer, ikram eder. Çayın demlenmesinden, içilmesine kadar zengin bir kültür vardır bölgede. Kırsalda, mesela Korucuk'ta, çay taze pınar suyuyla demlenir, demleme faaliyeti aceleye getirilmez. Kıtlama adında özel bir tatlandırıcı kullanılır. İkram edilen çayı içmemek kabalık olarak görülür. Köyden kente her köşede küçük de olsa bir çayevi vardır. Bu çayhanelerin toplumdaki işlevi büyüktür. Sadece çayhaneler değil, evde, tarlada, mescidde, medresede, bağda bahçede çay hep merkezdedir. Sohbetler çayla demlenir. Gülen, hem köyünde hem de Erzurum'da bu çay meclislerinin müdavimlerindendir. Erzurum'un saygın şahsiyetleriyle bu çay ve sohbet mekanlarında tanışır, onlarla aşinalık peyda eder ve onları gözlemleme imkanı bulur. Gülen, Edirne ve İzmir gibi batı şehirlerine gittiği dönemlerde, sıradan bir imam imajının dışına çıkarak sık sık kahvehaneleri ziyaret etmiş, şehrin eşrafıyla bu gibi mekanlarda tanışmıştır. Bu kahvehanelere kendi parasıyla abone olduğu devrin İslami ve muhafazakar gazete ve dergilerini bırakmış, hatta bazı makaleleri oradakilere de okuyarak kıraathane geleneğini canlandırmıştır. Özellikle de İzmir bölgesinde 1960'lı yılların ortasında dini konuları daha geniş halk kesimlerine anlatmak için kahvehaneleri birer birer gezdiği biliniyor. [4]  Gülen'in bu yeniliçi uygulaması İzmir ve civarında önceleri tuhaf karşılansa da Erzurum'da 1940 ve 1950'lerde yaygındı. 
          Burada, yine çayın ve çay kültürünün bugün Hizmet Hareketi içinde ne kadar mühim bir unsur olduğunu da bir kez daha hatırlamalıyız.
                                                    
                                                                 Sportmenlik


         Erzuurmlu hareketli bir mizaca sahiptir; kıpır kıpırdır. Kabına sığmaz. Erzurumlu'nun iki geneleksel oyunu vardır: cirit ve bar. Cirit iki takım arasında, atlar üzerinde oynanır. Uzun tarihi, Orta Asya’ya kadar gider. Bar da Erzurum’un halk dansı, erkekler kadınlar ayrı ayrı oynar. Birlikteligi ve kardesligi simgeler. Gülen, çocukken bu kültürel ve sportif faaliyetlere katılmıştır. Korucuk’tan Erzurum’a taşındığında düzenli olarak spor yaptı.[5] Yakınları, Gülen’in spora İzmir ve İstanbul yıllarında da mutaden devam ettigini belirtiyor. Gülen, egzersiz yapmanın müslümanca olduğunu belirtiyor. Hiç evlenmemiş olan Gülen, bedenen aktif olmanın kişinin haram ve günahlara karşı iradesini sağlamlaştırdığını söylüyor. Hizmet Hareketi’nde spor yapmak, çesitli vesileler bularak futbol, basketbol, masa tenisi gibi sporlarla uğraşmak yaygındır. Spor sağlıklı birey olmak, arkadaşlar arasında uhuvvet ve muhabbeti pekiştirmek kadar, farklı insanlara ulaşabilmek için de iyi bir vesiledir Hareket için...

                                        
                                             Erkek Kadın İlişkileri
            
                 Erzurum'da aile sosyal hayatın hayati bir cüzüdür. Sosyal hayatta erkek ve kadın münasebetleri sınırlıdır. Toplum ve aile cinsiyet temellidir. Geleneksel Erzurum evlerinde haremlik selamlık vardır. Kadın, ailenin namusu olarak telakki edilir ve muhafazası bitemamiha erkeğe aittir. Bu geleneksel ortamda ailede iş bölümü vardır, erkek eve ekmek getirmekle mükellefken kadın evde kalır ve ev işlerini görür. Gülen, cinsiyet meselesinde çok hassastır. Kadın erkek ihtilatına karşıdır. Küçük Dünyam adlı kitapta, köyündeki kadınların dier erkeklere karşı sergiledikleri hassas tedbirden hayranlıkla söz eder. Bu kadınlar namus ve onurlarına ziyadesiyle düşkündür.[6] Hizmet Hareketi'nin en çok eleştirilen husularından biri cinsiyet meselesi ile ilgili durumdur. Hakan Yavuz'a göre Hareket'teki bayanlar yardımcı güç konumundadır ve önplanda değildir. Programlar için hamur işleri ve el işler I yaparken, ana programlarda fazla görünür bir noktada değildir. Bence, Hizmet Hareketi'ne yöneltilen bu eleştirinin haksız noktaları var. Bu konuda, Gülen'in pek çok müslüman aydından daha liberal yaklaşımları sözkonusudur. Kadınlar çok sayıdaki etkinlikte lider konumdadır. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yıllık Dünya Kadınlar Zirvesi düzenlemektedir. Yinei İslam'da başörtüsünün asli olmayıp teferrüattan addedildiğini söyleyerek konuya farklı bir açılım getiren de bizzat kendisidir.[7] Gülen, bayanların yönetici olabileceğini, hatta olması gerektiğini de söylemiştir.


                                           Dil, Edebiyat ve Kültür
           

                  Erzurum entelektüel olarak otantik ve kültürel bir taşra şehri. Medreseler, çayhaneler, evler ve kervansaraylar canlı bir entelektüel hayatın devam ettiği mekanlar. 1950 ve 1960’ların çayhanelerinde güçlü ve zengin bir sözlü kültür hakimdi.[8]  Aşıklık, bölgede halen yaşamakta olan bir gelenektir. Aşık, bir hikaye anlatıcısı olarak, saz çalar ve doğaclama öyküler anlatır. Aşıklık saygiın bir meslektir; aşık olmak, usta bir başka aşığın that-ı nezaretinde uzun bir eğitim gerektirir. Genel itibariyle ummi olmakla beraber, harikülade hikayeler anlatan, köyler ve kasabalar arasında haber ve bilgi akışını sağlayan, halk üzerinde son derece etkin ve muteber olan aşıklar, düzenli aralıklarla bütün Erzurum bölgesinde seyahatler tertip ederdi. Mesela, Erzurumlu Emrah ve Aşık Dertli bugün de çok meşhurdur; hikemi ve aşıkane deyişleri pek çok Erzurumlu tarafindan ezberlenmiştir. Bu profesyonel tahkiye ustaları, dini ve milli muhtevalı şiirler söyleyerek bölge kültüründe çok önemli bir işlev üstlenmişlerdir. Tahir ve Zühre, Leyla ve Mecnun mesnevileri, Hz. Ali, Battalgazi ve Köroglu hikayeleri anlatagelmişlerdir. Gülen, konuşmalarında bu aşıklardan mısralar ve şiirler kullanır. Özellikle 18.yüzyıl mutasavvıf şair ve alimlerinden olan Erzurumlu İbrahim Hakkı, Gülen’in düşüncesinde ve edebi verimlerinde müessir bir şahsiyettir. Gülen’in kendisi de aşık formunda, tasavvufi gelenekten de etkilenerek hece vezinli şiirler, tasavvufi söyleyişler kaleme almış, ana mesajını şiir fomunda da ifade etmiştir.. Hikaye anlatıcılığı, Gülen’in en kolay farkedilen hususiyelerindendir. Bunda, Gülen’in daha çocuk yaşlarında köylerini ziyaret eden ozanlardan, gençliğinde de Erzurum kahvehanelerinde dinlediği aşıklardan etkilendiğini söyleyebiliriz. Gülen’i “harika bir hikaye anlatıcısı” olarak betimleyen Hakan Yavuz, Gülen’in özenle seçilmis dini ve milli hikayelerle ortak bir kimlik inşa ettiğini ve herkesçe benimsenen bir amaç, bir gaye-i hayal ibda ettigini belirtir.[9]


                                                     Mezarlar ve kervansaraylar
         

                  Erzurum tarihi eserler bakımından zengin bir belde, sayısız kabir-türbe, cami, mescid, han, hamam, kervansaray mevcut…Şehir, Ermenilerin, İlhanlılarin, Akkoyunluların, Selçuk ve Osmanlılarla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin de merkezi noktalarından olagelmiş. Erzurum’un her yöresine serpiştirilmiş türbeler şehrin manevi atmosferine büyük katkı sağlıyor ve insanlara hayatın faniliğini ihtar ediyor. Erzurum’da hayat ve ölüm günlük yaşantıda iç içe geçmiş durumda. Gülen, Erzurum’a genç bir çocuk olarak geldiğinde bu kabir ve türbelerin daimi ziyaretçilerinden biri haline geliyor, bu mekanları geceyarısı düzenli olarak ziyaret ediyor.[10]  Şehirdeki medrese eğitimi sırasında, her birinin bahçesinde büyükçe kabristan bulunan bu tarihi mekanlarda, medrese külliyelerinde ikamet ediyor. Medrese arkadaşı olan Hatem Hoca şöyle der: “ Her zaman türbeleri temizlerdi, kendisine sorulmadan bunu vazife addederdi. Kendisini çok defa tuvaletleri temizlerken görürdüm”[11]  İlginçtir, kendisi de diyanette müezzinlik ve imamlık vazifesi yapmış ve Gülen ile aynı yaşlarda olan amcam İbrahim Sezen, Gülen’in Bornova yıllarını anlatırken, hemen hemen aynı şeyleri hatırlamaktadır. Kendisi yan camide müezzin olan Sezen, Gülen’i ziyarete gittiğinde defalarca gerek camiyi, cami bahçesini gerekse tuvaletleri en ince ayrıntısına kadar temizlerken bulmuştur. Aynı temizlik titizliğini Gülen'in askerlik yıllarında tuvaletlerde ve mutfakta görmekteyiz..Yakın arkadaşı Hatem Hoca, Gülen’in diğer medrese talebelerinin rağmına asla cenaze ve dini merasimlere para karşılı katılmadığını belirttikten sonra onun tam bir dadaş olduğunu söyler.[12]
                  

                                     Gülen’in Erzurum’daki Eğitim Hayatı
         

                Fethullah  Gülen’in resmi tahsili ilkokuldur. Beş yıllık ilk okul eğitiminin ilk iki yılını köy okulunda tamamlamış gerisini de dışarıdan tamamlayarak diplomasını almıştır. Eğitime ara vermesinde babasının tayini rol oynamıştır, zira taşındıkları köyde okul bulunmamaktadır.[13]  Kendisi de öğrenmeye ziyadesiyle hahişkar olan Gülen’in dini eğitimini ailesi üstlenmiştir. Kendisi, daha sonraları seküler eğitimi tercih edebilecekken geleneksel usüllerle dini eğitimine devam etmiştir, medreselerde özel hocalardan Kuran ve İslami ilimleri tedris etmiştir.[14]

             Erzurum soğuk savaş döneminde dini ulemanın temerküz ettiği şehirlerdendir. Ülke genelinde dini eğitim yasak olmasına rağmen, Erzurum’da gizlice de olsa dini tedrisat devam etmiştir. Gülen’in hemşehrisi, medrese arkadaşı, hocası ve kendisine Risale-i Nur Kulliyatı’nı tanıtan Mehmet Kırkıncı Hoca, 1940’ların Erzurum’undaki genel atmosferi şu sekilde tasvir eder: Köyümüzde dini eğitime müsaade yoktu, askerler sürekli köyümüze gelip her şeyi kontrol ederlerdi. Halk, gizlice komşu köylere gider, oralarda, ahırlarda, gizli kapaklı yerlerde Kuran öğrenmeye çalışırlardı.” [15] 
        Erzurum’da Fethullah Gülen meşhur mahalli ulemadan dersler almıştır. Dönemin meşhur Erzurum Müftüsü Osman Bektaş Hoca bunlardan biridir. Gülen, ders aldığı mekanları ve hocaları sürekli değiştirmiş, farklı dini gelenek ve şahsiyetlerden istifade etme imkanları bulmuştur.[16]  Medrese eğitiminin temelini Erzurum’da almıştır. Arapça, Osmanlıca ve Farsçayı burada öğrenmiş, Kuran’ı burada ezberlemiştir. Kuran'ı ezberlediğinde 14 yaşındadır.[17] Ali Ünal’a göre Gülen, Arapça ve Farsça eğitimini babası Ramiz Efendi’den tahsil etmiştir. Babası, tam bir Peygamber ve sahabe aşığıdır. Peygamber'i ve ashabını övgüyle anlatan Arapça ve Farsça şiirleri tarlada, evde yüksek sesle okuduğundan, babasını duyan, dinleyen genç Gülen de tabii olarak bu dillere bir aşinalık ve ünsiyet kesbetmiştir, çok sayıdaki Arapça ve Farsça şiiri bu yaşlarda ezberlemiştir.[18]
         Erzurum’da Gülen üzerinde en çok tesiri olan hoca mutasavvıf şair Nakşibendi şeyhlerinden Alvarlı Muhammed Lütfi’dir. Alvarlı’nın Nakşibendilik bağlantısı ile Gülen, İslam’ın ruhi ve manevi sahasına derin bir ünsiyet kesbetmiştir. Çocukluk yıllarında Gülen’in kahramanı Alvarlı Efe’dir. Alvarlı’nın kendisi de Gülen’e karşı ayrı bir hassasiyet göstermiş, onunla özel ilgilenmiştir.[19]  Gülen, Alvarlı’nın İslam’ın hoşgörüsünü işleyen, manen oldukça zengin olan şiirlerini ezberlemiştir . Gülen, kendisinin İslami anlayışını Muhammed Lütfi Efe hazretletine borçlu olduğunu teslim eder. [20]
           Ezcümle, Erzurum güçlü kültürü, önemli coğrafyası ve tarihsel hususiyetleriyle Gülen’in şahsiyetinde, mütehammil ve mücadeleci fıtratında, dini karakterinde, takva eksenli dini yaşantısında ve fikriyatında belirleyici olmuştur. Erken yaşlarda münasebet kurduğu, daha sonra teşrik-i mesai yaptığı çok sayıdaki Erzurumlu’nun Gülen’in şahsi hayatında ve tefekküründe yeri ayrıdır, ki Gülen kendisi de bu zevatı sık sık konuşma ve yazılarında yad eder, onların kendisi üzerindeki haklarını ve tesirlerini teslim eder. Yazı dili, üslubu, şairaneliği, hatta vaaz tarzı üzerinde bölgenin tesirleri vardır, ki bu  çok daha kapsamlı akademik araştırmalara mevzu olmalıdır. Daha önemlisi, bugün transnasyonelleşen ve dünyanın hemen hemen her yerinde varlık sergileyen Hizmet Hareketi’nin kültürel ve felsefi kökenlerinde bu bölgesel tesirlerin olduğu ileri sürülebilir. Mesela Gülen'in düşüncesinde ve Hareket'in umdelerindeki yerlilik ve Anadoluluk gibi... 
                     Fethullah Gülen bu yerel ve bölgesel unsurları derleyp harmanlayarak bu değerlerden küresel bir vizyon oluşturabilmeyi başarmıştır. Mesela,  milli hisler ve düşünceleri hünerlice istimal ederek Türk insanını motive etmiş ve tedricen de  dini ve milli hassasiyetleri basarılı bir şekilde kombine ederek kendi özgün ve yerli anlatısını inşa etmiştir...Son tahlilde, hitap ettiği kesimi kendi sınırları dışına çıkarmış ve onlara zengin muhtevalı bir ufuk işaret edebilmiştir. Gülen hem  yerli olarak otantik kalmayı başarmış, hem de küresel bir vizyon ve değer üretebilmiştir. Fethullah Gülen'in dini anlayışını ve Hizmet Hareketi’nin felsefi ve kültürel kökenlerini araştırmak isteyen akademisyenler için, kendisinin doğum yeri olan Erzurum zengin malzemeler sunacaktır. 






[1] Yavuz . Toward An Islamic. p.23
[2] Ibid.,28
[3] Erdogan. My Small. 28.
[4] Erdogan. My Small., 47
[5] Erdogan. My Small. 64.
[6] Ibid., 73.
[7] Caha and Aras. :Fethullah Gulen.” 148
[8] Merca. Fethullah Gulen. 271.
[9] Yavuz. Toward An Islamic. p. 37
[10] Erdogan. My Small.42
[13] Dogu Ergil  100 Soruda Fethullah Gulen ve Hareketi. Istanbul: Timas, 2008. P. 14
[14] Erdogan. My Smal. P. 45
[15] Cemal Kalyoncu. Nurlu Hayatlar. Istanbul: Zaman Kitap. 2005. P..67
[16] Ergil. 100 Soruda. P. 17
[17] Ibid.  15
[18] Unal. Fethullah Gulen.p. 11
[19] Yavuz. Toward An Islamic.p. 29
[20] Erdogan. My Small. p.74.