Wednesday, August 5, 2015

PARALEL PARANOYASI

Okura, vay be dedirtecek devrimsel nitelikli yorumlar yapmak benim harcım değil! Ben de çoğu kimse gibi malumu i'lam kabilinden şeyler yazmaktayım!

İtiraf etmeliyim ki, Türkiye gündemini, yakından izlemiyorum!  Zaman kaybı.  Ayrıca, “normal bir insan”ın, beden sağlığı, ruh ve zihin sağlığı için zararlı da. Meslekten gazeteciysen o başka!

Benimkisi, işten güçten vakit bulduğumda alelaele bir şeyler yazarak tarihe kayıt düşmek. Benim için, tarihe düştüğüm bu kayıt önemli.

Zaman, yazdıklarımı bazen tasdik ederken, bazen de tashih ediyor. 
Birinde nefsim okşanıyor, diğerinde ise öğreniyorum.

Bu arada, fahirlenmek gibi olmasın ama, naçizane, literatüre sunduğumuz kimi küçük katkılarımız da olmuyor değil zaman zaman. 

Size, hadi ordan sen de dedirtebilir ama, mesela şu “paralel paranoya” tabirinin  patenti, evet bu fakire ait! Aslında çok da parlak bir icad,  matah bir katkı sayılmaz, ama olsun. Bu meşum ifadeyi ilk kez sosyal medyada kullandığımda, şimdi ismi lazım değil, yüklü hesaplı bir takipçim tarafından rt'lenince kelime "viral" oluverdi. Zamanla, paranoyanın şiddeti arttıkça bu kelam da anonimleşti!

Yeri gelmişken, bir diğer katkımızı da söylemeden geçmeyelim:
Hizmet Hareketi için kullanılan The Cemaat lakırısı da bendenizin!

Yıllar önce haber7.com’da yazarken kullandığım bu kelam, bir hafta kadar sonra Eyüp Can’ın bir yazısının başlığı olarak ulusal medyada arz-ı endam eyledi. Nazlı Ilıcak aynı isimle müsemma bir kitap yazdı. The Cemaat lafzı kamuya mal oldu.

İşte ulusal basında değil de internette yazmanın böyle dezavantajları var. Sizin yazdıklarınız adeta bir miri malı gibi yağmalanıyor.
Neyse mevzu bu değil! Dönelim, yazımızın başlığında, yazmayı vaad ettiğimiz dillere pelesenk olmuş şu malum konuya: Paralel paranoyası!

Biliyorum lafı çok edildi. Yeni şeyler de söyleyecek değilim, ama hani kayıt düşmek babından dedim ya!

Ahmet Hakan'ın Bodrum Belediye Başkanı ile yaptığı, zamanlaması oldukça manidar, mülakatına bir göz attım.

Hazret, "paralel yapı bana tezgah kurdu" diyesi!

Başkan, hangi hesap peşinde bilemem, ama bu vadide yalnız değil.

Kendisi gayet iyi biliyor olmalı ki, neseb-i gayr-i sahih bu taralelli terkip, günümüzde pek kullanışlı bir kelam.

Sistemlice kotarılan bir cadı avının anahtar kelimesi. 

Piyango, gazetecilerden, yazarlara, işadamlarına, öğrencilere, onların velilerine, oradan mahalle esnafına, memura, ev hanımlara, sporculara, senaristlere kadar herkese vurabilir! O da olmadı, oluverirsin bir "makul şüpheli"!

Hazzetmediğin, ayağını kaydırmak istediğin, ama işinin de ehli bir memur mu var dairede, paralelci diye ihbar ediver gitsin! Çekil kenara, seyreyle gümbürtüyü.

Delile veyahut mahkeme kararına ne hacet! Vur damgayı, geç! Sonra, bırak o ispatlasın suçsuzluğunu, ispatlayabilirse!

İslam, hak, adalet, hukuk, kul hakkı, ahiret, hesap, mizan... sadece dillerde.

Herkes, kendilerinin de şu veya bu sebeple günah keçisi ilan edileceği güne kadar, bir başkasına vurmanın keyfini sürüyor. 

Şu habere bakın mesela: 
Meclisin aşçısı menüye "Samanyolu Kebab" adlı bir yemek ekleyince, işinden oluyor.  Tam bir ört ki ölem!

Hatırlayın, 15 yıllık cezası kesinleşmiş firari Tayfun D, sahte MIT kimliğiyle yakalandığında, kendisini almaya gelen polislere ne demişti? "Paralel yapı yaptı". Bingo!

Şöyle buyurmuştu, suç üstünde yakalanan, kerameti kendinden menkul terör uzmanımız:

"Paralel yapıyı çok iyi tanıyorum. Size silahlı kanadını veririm"!

Sonra da ardı arkası kesilmeyen epey bir itiraf sevdalısı istila etti piyasayı. Cezalarının düşürülmesi mukabilinde, Paralel yapıyı deşifre edeceklerini vaad edenlerler dilekçeler yağdırdı adliyelere!

Bir de Cem Uzan vakası var malum, hele oraya hiç girmeyelim!

Bodrum'lu Başkan yalnız değil dedik ya, hatırlayın bu paralel paranoyasına müptela kimler geldi geçti: Cürm-i meşhud halinde enselenen hırsız, mafya babası, uyuşturucu müptelası, dizi teklifleri alamayan bir manken kızımız – o şimdi filozof-, emniyette kat-i meratip peşindeki polis şefimiz...haksız rekabet peşindeki ihale avcısı şark kurnazı tüccar, kifayetsiz muhteris gazeteci müsveddeleri... tadat etmekle bitmez! 

Bu Ülke'nin en büyük marifetlerinden biri günah keçisi icad etmedeki ustalığıdır. Hiç bir dönem günah keçisiz kalmamışızdır. Tüm sorunlarımızı tahmil ettiğimiz günah keçimizi kurban edince, hemen bir diğerini beslemişizdir. Ermenisi, Yahudisi, Kürdü, Türkü, dindarı, dinsizi...piyango kime, ne zaman vurursa!...

Tanzimat'in birinci dönem aydınları, Namık Kemal ve arkadaşları, müebbed hapse mahkum edildiklerinde, sürgünlere gönderildiklerinde, ülkeyi terketmek zorunda bırakıldıklarında… yedikleri damga, "Vatan haini'ydi! Vatan haini damgasını yiyen ve kültür tarihimize adını Vatan Yahut Silistre piyesiyle yazdıran Namık Kemal, bir süre sonra itibarı iade edilerek, ülkeye vatan kahramanı olarak avdet edecekti. 

İttihatçı güruhun, Albulhamit'i devirmesinin sebebi de, Sultan'ın hiyanete inhimak etmesiydi! Sonra hazretin kabrinin başında bin nedametle, ah u eninlerle az af dilenmediler!

Yine, İstanbul işgal altındayken, pay-i tahtta zamane jurnalcilerinin kullandığı en şeytanlaştırıcı kelime, Kuvvacı idi. Nerede bulunsalar, hapse ve idam sehpasına gönderilecek vatan delisi kimselere bu sıfat muvafık görülmüştü. Nitekim, liste böyle uzayıp giderek, günümüzde paralelci'ye kadar geldi!

Olan da vatan evladına, Bu Ülke’ye oldu, halen de olmakta! 

Yeni bir şey söylemeyeceğimi, küçük bir kayıt düşme niyetinde olduğumu baştan belirtmiştim! O kaydı da şöyle düşeyim.

Paralel paranoya konusunda rivayat muhtelif olabilir; ama ben acizane şöyle görüyorum:

Diğer irili ufaklı, hesaplı hesapsız, yan tesirlerinin yanısıra,  17/25 Aralık soruşturmasını örtbas etmek için büyük bir ustalıkla icad edilen bu paralel yapı safsatası, zamanla bir paranoya, bir cinnet halini aldı; çürük ve illetli vücutlara hızlıca sirayet etti. Hizmet'i tasfiye etmek için kurgulanan bu mevhum mefhum, son kullanma tarihi gelinceye kadar da nice canlar yakarak istimal edilecek.


Gürsel Tekinin şu sözü kalmış aklımda: "Paralel yolsuzluğun adı paralel devlet olmuş"!

Öyleyse vurun abalıya! 

No comments:

Post a Comment